Kendimizi bu dünyanın bir parçası olarak görüp diğer insanlarla nesnelerden ayrı olmadığımızı anladığımızda, istediğimiz ve özlem duyduğumuz şeyleri hayatımıza çağırmak için ilk ve en önemli adımı atmış oluruz.
İnsan böyle bir şey. Nerede, hangi yaşta olursa olsun, kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da, işte kimisi üstünü iyi örtüyor. Ben de örttüm.
Zenginin zengin diye derdi olamaz. Fakirin fakir diye.Gencin genç diye. Yaşlının yaşlı diye. Kime hak lan bu dert dediğiniz şey? Niye sormuyor kimse birbirine derdini? Niye dinlemiyor?
Ben biliyordum zaten. Ama bilmemek istedim. Bilmezden gelmek bazen en iyisi. Bilmemeyi istiyorsun çünkü. Öyle olmamasını istiyorsun. Gerçeğin öyle olmamasını. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kendi gerçeğini yaratıyorsun sonra, o gerçeğe öyle bir sarılıyorsun ki seninle beraber herkes inanıyor.
Neşe bulaşıcıdır falan diyorlar. Yalan. Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun, o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan, elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama, zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor.
Olduğum yerde olmak istemiyorum ama olduğum yerden çıkıp gidemiyorum da. Şu an yaşadığım her şey o günlerin aynısı. Evde olmak istemiyorum, ama her akşam eve dönüyorum. İşte olmak istemiyorum ama her gün işe gidiyorum. Bir şey beni hep dışarıya çekiyor. Hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi.
Sokaklar başıboş köpek dolu. İnsanın üstüne üstüne yürüyorlar. Artık köpek sana havlayınca yerden taş alıp fırlatamıyorsun. Öyle hayvana bağırmak "Git burdan!" falan demek, korkutur gibi yapmak bile ayıp. Köpek insandan kıymetli.
Anasının babasının akıllı, okumuş çocuğu, annesinin gözbebeği. Emin uslu, Emin akıllı, Emin kız gibi çocuk, Emin şöyle, Emin böyle. Bununla büyüdük biz.