Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mustafa Salih Hazirlar

Mustafa Salih Hazirlar
@mustafasalih
İlahiyat Fakültesi
Kilis
34 okur puanı
Şubat 2023 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
Gönderildik bu âleme gaye u'budiyet İnsanlık bilse nedir bunda mahiyet Bu dünyanın sonu ebedi ahiret Ahirette ise sayısız nimet İnsan eyler ise dünyaya meyl Ne fayda kendine bu ibadet Dünya fanidir öyleyse meyl eyleyesin ahiret Kurtulasın ebediyyen varasın Ebedi Rabbine ebede dek "Mustafa Salih Hazırlar"
Reklam
Salıncak koltuktan kalktı, odasına gitti, bir mürekkepli kalem aldı ve yazmağa başladı: "Matmazel, Bu sabah, semadan ince ince sepeliyen bir yağmur altında, kendimin diyebileceğim bir aile ocağından mahrum bir halde ikamet etmekte olduğum evin kapısı önünde tesadüfi bir görüngü olarak, size rasladım. Tekrar kendime geldiğim vakit, kucağında sizin için bir aile ocağı barındırıp barındırmadığını bilemediğim evinizin önünde bulunuyordum. Beni oralara kadar götüren, gözleriniz oldu: ikiz bir yıldız gibi kainatımın sisleri içinde ışıldıyan gözleriniz. Suçumu bağışlayınız Eugenia ve samimane, bu şirin isminizi ilaveme müsaade buyurunuz, kullandığım bu lirik edadan dolayı affınızı dilerim. Ben daimî namütenahi bir lirik durumda bulunuyorum. Daha ne söyliyeyim, bilemiyorum. Ama hayır, hayır, pek iyi biliyorum. Fakat söyliyeceklerim öyle çok, öyle hadsiz hesapsız ki, bunları, birbirimizle görüşüp konuşacağımız zamana bırakmayı tercih ediyorum. Çünkü şimdi her şeyden önce istediğim şey; görüşüp konuşmamız, mektuplaşıp tanışmamızdır. Sonra... sonrasını Tanrı ve kalblerimiz tâyin etsin. Dileklerimi kabul edecek misiniz, Eugenia, ey alelâde hayatımda ansızın beliren sevimli tecelli, dileklerimi is'af edecek misiniz? Hayatınızın sisleri arasında tekrar kaybolarak cevabınıza intizar ediyorum. Augusto Perez"
İsrailoğulları, Hz. Mûsâ'nın sünnetini ilga ve tahrif yoluyla Yahudilik dinini, Hz. İsa'nın bizatihi kendisini ilahlaştırarak da Hristiyanlık dinini ihdas ettiler, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman'a türlü iftiralar attılar, Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya'yı öldürdüler. Böylece gelecek nesillere, hakikati tahrif etmenin yollarını miras bıraktılar. Sorularla İslam'ın Kısa Tarihi kitabından

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kişinin kendini 'değerli' hissetmesi ve bunun sonucunda iyi görünmesi, her şeyden önemlisi iyimser bir haleti ruhiye İçerisinde çevreye olumlu mesajlar vermesi, hemen akabinde olumlu geri bildirimler almasını sağlayabilir. Dolayısıyla, siz değerli hissederseniz, yakın sosyal çevreniz de (önemli ötekiler) size aynıyla mukabele eder ve sizi değerli görmeye çalışır. Siz kendinizi değerli görürseniz herkes sizi değerli görür. Kendinizi iyi hissettiğiniz takdirde olumlu yansıtmalarda bulunabilirsiniz.
Başkalarının bize aynalık yapması da ahlaki kimliğimizin şekillenmesinde etkili olabilir. Lokman Hekim'e atfedilen şu anekdotta, "Bu ahlakı nasıl elde ettiniz?" sorusuna onun verdiği cevap, sosyal çevrenin aynalık işlevini gösteriyor: "İnsanlara baktım; onlardaki iyilikleri aldım, kötülükleri reddettim." Mevlâna'ya atfedilen, "İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı olmaz," sözü de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Reklam
Dindar kişi Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıttığı ölçüde, ancak 'Allah'ın ahlakı' ile ahlaklanabilir (Tahalluk bi ahlakillah). Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmayı başarabilen fert, aynı zamanda Allah'ın boyası ile benliğini ve kimliğini şekillendiren kimsedir. İslam düşüncesi açısından bütün hakikatler, Esma'dan (Esma-i Hüsna) tecelli eder; bütün hakikat, hikmet ve oluşumlar Esma'nın bir yansımasıdır. İşte insan Esma'ya aynalık yapmak suretiyle, hikmet ve hakikatleri kendi tutum ve tavırlarında yansıtabilir.
Bir işi murâd etme Olduysa inâd etme Hak'tandır o reddetme Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.
Günümüzün Müslüman'ı, her türlü siyasî, fikrî kavrama İslâm'ın kıstasıyla bakmak yerine, İslâm'a İslâmdışı dünya görüşlerinin kıstasıyla bakmaya alıştırılmıştır. Böyle olunca bir kavramın küfür menşeli olup olmadığına bakılmıyor, fakat o kavramın İslâm'da nasıl bir yer tutması gerektiği hususu araştırılıyor. Günümüz Müslüman ülkelerinin her birinde, böyle farklı farklı tabular oluşturulmuştur. Bazı ülkelerde sosyalizm tabu sayılırken, bazılarında milliyetçilik tabu haline getirilmiştir. Böylece, ülkelerin birinde İslâm'a sosyalizmin gözlüğüyle bakılırken, diğerinde nasyonalizmin gözlüğüyle bakılabilmektedir. Diyebiliriz ki, dünyada kavram keşmekeşinden doğan zararlardan payını en çok alanlar Müslümanlardır. Müslümanlara kendilerine ait terimlerin asal anlamı unutturulmakla kalmamış, bir de bu terimler saptırılarak kullanılmıştır. Bu yaygın, fakat yanlış ifadelerin hesabı belli değildir.
Lâiklik Laiklik, Avrupa'da uzun bir tarihî gelişmenin, toplumsal ve siyasal şartların ortaya koyduğu bir kurumdur. Devletin, Kilise karşısında varlığını koruyabilmesinin gerekli bir şartı olarak doğmuştur. Bir kavram olarak doktrinal bir spekülasyonun konusunu teşkil etmeden önce siyasî ve toplumsal yönden çözüm isteyen bir mesele halinde varlığını hissettirmiştir. Bu mesele, çok daha sonraları bir gaye, "modern devlet"in ayrılmaz bir unsuru, devletin hukukî yapısıyla ilgili temel bir ilke olarak kabul ve müdafaa edilmeden önce, Kilisenin veya Devletin birbirine üstünlüğü, başka bir deyişle Devletin var olması veya olmamasıyla ilgili bir mesele olarak görünmüştür. Hıristiyanlıktan önceki siyasî doktrinlerde böyle bir kavram söz konusu değildir. Ancak Hıristiyanlığın doğuşuyla da, mesele birdenbire ortaya çıkmamıştır.
Bir takım kavramları hareket noktası kabul edip insanın değerini mi belirleyeceğiz, yoksa insan için belirlenmiş bir değere göre kavramlarımızın mahiyetini mi belirleyeceğiz? İslâm'da, insan sadece "kul" olarak değerlidir. Ancak buradaki kulluğu Batı fikriyatında kullanıldığı biçimiyle siyasal anlamda kölelik diye almamalı. İnsan, Allah'ın kulu olduğu hususunda bir bilinç taşıyorsa Allah'tan başka her şeyden özgürdür. Böyle bakınca, insan özgürlükten de özgürdür (müstağnidir). Yani özgürlük diye bir kavrama boyun eğerek yerini ve değerini ölçüp biçmeye kalkışmaz. Fakat özgürlüğün anlamını, değerini, yerini belirler. Özgürlüğe köle olmaz. Belki özgürlüğü tasarruf eder. Kulluk bilincine varmış olan insanın Allah'ın vekili veya halifesi kabul edildiği düşünülürse, onun iradesinin Allah'ın iradesinden bağımsız olmadığı da anlaşılabilir. Başka bir deyişle, böyle bir kul, esasen Allah'ın iradesine aykırı düşebilecek bir irade izharında bulunmanın kendi özgürlüğü ile çelişkiye düşmek olduğunu farkeder. Böylelikle Allah'ın iradesi ile kulun iradesi en yüksek düzeyde örtüşme (tetabuk) halinde bulunur.
Reklam
Son yüz-yüzelli yıl içinde Batı etkisindeki "Müslüman mütefekkirler"in tavrı yenileyici olmaktan çok reformcu olmuştur. Bunda, sosyolojinin etkisini görmeliyiz. Çünkü sosyoloji, kültür değişimi konusunda, insanın, değişen kültüre uyumunu öneriyor. Sosyoloji yönünden din de herhangi sosyal kurumdan biridir. Dolayısıyla laik ve profan Batı kafasıyla bakıldığında reform hareketi tabiî görülüyor. Yani insanın, dinin hükmüne göre kendini değiştirmesi değil, fakat dinin hükmünü "kendine göre" değiştirmesi öne çıkıyor. Oysa Müslüman dinin hükmüne göre yaşayarak kendini değiştirir, başka deyişle yenilenen insandır, din değil.
Hz. Adem döneminde kadın ve erkek olarak iki tür olan insanoğlu, Hz. Nuh'tan sonra çok çeşitli uluslara ve kavimlere ayrılmış oldu. Sayıları çoğalan insanlar, belli bölgeleri mesken edinip bugünkünden farksız bir biçimde ortak yaşam ve kitle yönetimi, yasama ve adalet, gelir ve vergilendirme, rekabet ve savaş gibi konuları kendilerince çözüp, başarılı şehir devletleri kurdular. Allah, Tufan'dan sonra yeryüzüne yayılan topluluklara birer peygamber gönderdi." Bu peygamberlerin bir kısmı Kur'ân-ı Kerim'de yer almıştır. Hz. Nuh sonrası örnek olarak sunulan Peygamberlerden ikisi de Hz. Hûd ve Hz. Salih'tir. Hz. Hûd, Ad kavmine, Hz. Sâlih de Ad kavmi helak olduktan sonra ortaya çıkan Semûd kavmine gönderilmiştir. Son kitabın indiği Hicaz bölgesinin güneyinden ve kuzeyinden iki misal veren Allah-u Teâlâ, vahyin ilk muhataplarına önce ilk insanı, sonra ilk isyanı anlattıktan sonra üçüncü olarak, meseleyi zaman ve zemin bakımından kendilerinden çok uzak görmemeleri için, bu iki yakın örneği vermiştir. Birbiri ardına gelen ve kendilerinden daha güçlü bir yapının olmadığını düşünen bu toplumların ilerlemeci ve tarihin son örneği oldukları yanılgısı bu misallerle bertaraf edilmiştir. Kendilerinden önce gelen ve onlardan daha güçlü olan toplumların helak olmaları onlara hatırlatılmıştır. [Sorularla İslam'ın Kısa Tarihi kitabından]
İrfan, sadece bilgili olma durumunu ifade etmiyor; bundan da çok, insanın, bildiklerinden kalkarak bilmediklerine varabilme yeteneğini ifade ediyor. Daha doğrusu irfan, insana böyle bir meleke, yetenek kazandırıyor.
Vahyin kendisi, salt akılla kavranabilecek bir olay değildir. Vahyi kavramak hususunda, akılla birlikte fakat aklı aşan başka bir "ruhî meleke" işe karışmaktadır. Buna kalbin veya gönlün kavrayışı da diyebiliriz. Nitekim İslâm düşüncesinde bu deyimlere (kalb, fuat, gönül) önem verilir. Böylece vahyin akıldan müstağni olmayan (olabilir de) daha yüksek bir kategori ile kavranabileceğini söylemiş oluyoruz, o da, imandır. Vahiy, tek başına akılla kavranamaz, öyle olsaydı, belirli bir diyalektikle herkesi imanlı kılmak mümkün olurdu.
Batı'ya yönelen ilk Osmanlı "aydınları", İslâm'a özgü kafa alışkanlığıyla Batı'yı anlamaya çalışırken, aslında ne Batı'nın mahiyetine akıl erdirebilmişler, ne İsâm'ı sahiplenebilmişlerdir. İslâm'a özgü kültürü Batı'dan ödünç alınmış kavramlara göre değerlendirirken; Batı kültürünü de İslâm'a özgü kavramlarla algılamaya ve değerlendirmeye çalışmışlardır. Böylece İslâm ülkesinde kendisinin "bireyci" ya da "toplumcu", "kapitalist" ya da "sosyalist" vb. olduğunu ileri sürebilen garip Müslümanlar türemiştir.
472 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.