şehrime gel, ruhumu tırtıkla. adımla sokaklarımı, seyralışının sürekliliğini ellerimde ikame et. “istanbul bir şiir”, demiştin. terennüm et usulca, aldırma sesin yüksekmiş yahut kısılmış. dilersen kaç sohbetimden ama benimle konuş mutlaka. bak birazdan kargalar uyanacak, kahvemi yudumlayana kadar sabret almanca hikâyeler bile anlatırım.
beklerken sakın sessiz kalma. günün erken saatlerindeki şamatanı anlat, öğleyinki yorgunluğunu... gizlediğin aşkından, sıradan bir ân’ındaki ayrıntılardan bahset bana. kimsenin dinlemediği görüşlerini, kimsenin önemsemediği deneyimlerini anlat. yanlış anlaşılmak korkusuyla sakındığın şeyler, belki kitaplar ya da.
sevgilim bilirsin ses bir bakıma sükûnettir ve insan insanın meskenidir. buna getirdiğin ontolojik delilleri unuttum affet.
beyin tümörü biyolojisi üzerine yazdığım makaleyi ciddiyetle okuduğun gündü çünki, anlamıştım- neden birbirimizin yazgısıysak birbirimizin varoluşunu ayakta tutmayalım? hem bakarsın konuşmaya hiç ihtiyaç duymayız. zahirde zıt kutupların bâtında meğer iç içe olduğunu öyle güzel susuşundan öğrenmiştim misal. gördüğümün anlamlanacağı güne dek ağır aksak cümlelerime şefkatle bak. boşver.
şehrime muhakkak gel, merhamet et boynuma.