Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Muzeyyen

Muzeyyen
@muzeyyyen
25 okur puanı
Aralık 2018 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
Varlık Yayınları
"Bura dan daha iyi bir "orası" yoktur. "Orası" dediğiniz yer "burası" olduğu zaman gene "bura"ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir "orası" olacaktır."
Reklam
Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, myth'lere [mit] bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde. Bir başka nokta daha: öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor.
Montaigne deneme­lerinden bahsederken bir defasında "farklı öğelerden gelişigüzel derlen­miş, hiçbir sırası, oranı, düzeni olmayan şekli şemaili belirsiz canavarsı bir bütün" demiştir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Jim Crow yasalarının geçerli olduğu güney eyaletlerinde "gözlerini dikerek pervasız­ca bakmak" suç sayılıyordu. Matt lngram adında siyahi bir çiftçi 1951 'de bile, beyaz bir kadına yirmi metre uzaktan baktığı için tutuklanabiliyor­du.
Çirkinliği ölçmeyi başaramayan Umberto Eco şunlan söyler: Güzellik kimi açılardan sıkıcıdır. Güzellik mefhumu çağdan çağa değişse de güzel nesneler her zaman belirli kurallara uymak zo­rundadır ... Çirkinlik tahmin edilebilir değildir ve barındırdığı ola­sılıklann sonu yoktur. Güzellik ölçülebilir. Çirkinlikse tanrı gibi, sonsuzdur.
Reklam
Filozof Kathleen Marie Higgins, "güzelliğin yarattığı toz bulutu olağanüstü ihtişa­mıyla kötülükle kol kola gezerken ve günümüzde güzel süslerle bezenmiş giysiler ve mücevherler gençleri cinayete sevk ederken ... güzelliği masum göremeyiz" diyor.
19 Kasım 2003'te, Harvard Crimson'da yayımlanan makalede, "güvenliği ihlal etmekle, telif haklarını çiğnemekle ve kişi­sel verileri suistimal etmekle" suçlanan Zuckerberg'in, Harvard'dan atılmanın ucundan döndüğünün anlatıldığını hatırlayın. O dönem Zuckerberg kodlamayla kafayı bozmuş, sosyal açıdan yetersiz bir bilgisayar kurdu gibi görünüyordu. Business Insider 'da yayımla­nan bir çevrimiçi sohbette bir arkadaşına söyledikleri, o zamanki düşüncelerinin tipik bir yansıması niteliğinde: ZUCK: Evet, yani eğer Harvard'daki biri hakkında bilgi is­tersen ZUCK: sorman yeterli ZUCK: elimde dört binden fazla e-posta, resim, adres var. Arkadaş: Ne!? Bunu nasıl becerdin? ZUCK: İnsanlar verdi ZUCK: niye bilmiyorum ZUCK: bana "güveniyorlar" ZUCK: gerzekler! Ne değişti? Sanki pek bir şey değişmedi, sadece gerzekler olarak sayımız 2.7 milyara çıktı.
Yine de saplantı madalyonunun olumlu bir yüzü var: Üretken­lik. Shakespeare her biri ortalama üç saat süren 37 oyun ve 154 sone yazdı. Bir insanın tek başına bunların altından kalkamaya­cağını düşünen bazı eleştirmenler Shakespeare'in dramlarını bir ekibe ya da yazı komitesine mal ediyorlar. Bu eleştirmenler muh­temelen Leonardo'nun yüz bin çizimini ya da on üç bin sayfalık notlarını, Bach'ın bir haftada yazdığı üç yüz kantatı, Mozart'ın otuz yılda yaptığı sekiz yüz besteyi (aralarında birkaç tane üç sa­ atlik opera da var), Edison'ın 1.093 patentini, Picasso'nun yirmi bin sanat eserini ya da Freud'un yüz elli kitap ve makalesi ile yirmi bin mektubunu da hiç duymamışlardır. Einstein 1905'te yazdığı beş makaleyle tanınıyor ama bunun dışında 248 makale daha yaz­ mıştı. Saplantılı üretkenlik dehayı inkar etmek için bir sebep değil, bir deha alışkanlığıdır.
Leonardo da Vinci viola da braccio'yu profesyonel düzeyde çalan bir müzisyendi ve dünya çapında bir müzik teorisyeninin oğlu olan Galileo da epey zor bir müzik aleti olan udu iyi çalardı. Hidrojen bombasının babası Edward Teller kusursuz bir kemancıydı, bize kuantum mekaniğinin ilk formülü­nü veren Werner Heisenberg de yetenekli bir piyanistti. Onun gi­bi Nobel ödülü sahibi bir fizikçi olan Max Planck şarkılar ve ope­ralar yazdı. Dehanın kişilik bulmuş hali Albert Einstein, "Fizikçi olmasaydım müzisyen olurdum;' demişti. En sevdiği besteci Wolfgang Amadeus Mozart'tı.
Matematik sayı örüntüleridir, biraz deri­ne inersek müzik de öyledir. Müziğin ses ve süre olmak üzere iki temel unsuru vardır. Perde ve harmaniler saniye başına kesin tit­ reşimlerle (ses dalgalarıyla) if a de edilir ve ritimler 4/4 gibi zaman işaretleriyle yazılan, orantılı sürelerle belirlenir. Hepimiz hoş bir ezginin tadını çıkarırken matematiksel olarak düzelenmiş ses mo­ tiflerine, egzersiz sırasında uygun bir tempoyla dans ederken de zamansal motiflere tepki veririz. Müzik ve matematik, estetik tat­min yaratan mantık tabanlı süreçlerdir ve birçok üstün akıl bun­ları birbirine bağlamıştır.
Reklam
Einstein'ın üniversite deneyiminde yaşadığı hayal kırıklığı daha sonra şu sözleri sarf etmesine neden olacaktı; "Modern eğitim yöntemlerinin kutsal araştırma merakını hala ta­ mamen boğamaması aslında mucizeden başka bir şey değildir: Mark Twain'in "Okul hayatımın eğitimime müdahale etmesine asla izin vermedim;' dediği varsayılmaktadır. Einstein alay eder­ cesine "Eğitim insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuktan son­ ra arta kalandır;' derken bu fikirden yola çıkmış gibi görünüyor.
Einstein dört beş yaşlarındayken bir pusulanın dikkatini çektiğini, pusulayı çevirdiğinde onun hareket etmek yerine sürekli kuzeyi gösterme­sine çok şaşırdığını anlatmıştı. "Bu deneyimin bende derin ve kalı­cı bir iz bıraktığını hala hatırlıyorum ya da en azından hatırladığı­mı sanıyorum. Ardında derinlere gizlenmiş bir şeyler olmalıydı:' Pusula ibresinin sabit durmasına hepimiz şaşırırız ama sadece bi­rimiz bu merakın peşinden gidip ortaya izafiyet teorisini çıkardı.
Birçok evrim psikoloğu insanların me­raklı olarak doğduğuna ama doğuştan gelen sorgulayıcı hallerini zamanla kaybettiklerine inanıyor. Ama çocuksu merak her za­man dehaya eşlik etmiş gibi görünüyor. Albert Einstein ilerleyen yaşlarında kendini şöyle tanımlayacaktı; "Benim özel bir yetene­ğim yok. Sadece tutkuyla merak ederim:'
Birçok dahi hiçbir zaman mucizevi bir çocuk olmadı, mucize çocukların çoğu da asla bir dahiye dönüşemedi.
En müthiş dahiler, mümkün olduğunca fazla kişi üzerinde mümkün olduğunca yoğun bir etki bırakır ve bu etki mümkün olduğunca uzun bir zamana yayılır. Tanımımda toplumu değiştirmek ifade­sinin altını çizmek istiyorum; çünkü deha yaratıcılıktır, yaratıcı­lık da değişim içerir. Açıkçası bu oyunu oynamak için iki kişi ge­rekir: Özgün bir düşünür ve algıları açık bir toplum. Buna göre, eğer Einstein ıssız bir adada yaşasaydı ve başkalarıyla iletişim kurmamayı seçseydi bir dahi olmazdı. Einstein iletişim kurma­yı seçseydi ama diğerleri onu dinlemeseydi ya da değişmemeyi seçselerdi o zaman da bir dahi olamazdı. Einstein değişimi etki­lemediği sürece Einstein değildir.
Yetenek ve deha birbirinden tamamen farklı iki kavramdır. Alman filozof Arthur Schopenhauer'ın 1819'da epey akıllıca ifade ettiği üzere; "Yetenekli bir insan kimsenin daha önce vuramadığı bir hedefi vurur; oysa bir dahi, kimsenin göremediği hedefleri vuran kişidir:' Yetenekli bir insan, gözümüzün önündeki dünyayla ustalıkla başa çıkabi­lir. Öte yandan bir dahi bizim göremediklerimizi görür.
237 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.