İnsanların resim diye adlandırdığı şeyler sadece göz önünde duran doğal güzellikleri aynı şekilde resmetmekten veya onu estetiğin süzgecinden geçirerek güzelleştirip tuvale aktarmaktan öteye gitmiyordu. Çiçeği çiçek olarak görmek, suyu su olarak çizmek, insanı insan olarak göstermek resmin görevinin gerçekten de bu olduğunu düşündürüyordu. Eğer bunun üstüne çıkar, gördüğün nesneyi hissettiğin şekilde çizer ve ondan aldığın tadı eklersen tuvalin üstünden canlılık taşıyordu. Bu yegâne ilhamı doğadaki nesneleri resmederken kullanmak bu sanatı yüksek seviyede icra edenlerin temel görüşü olduğundan, onların nesnelere ne şekilde baktıkları fırçalarının ucundan taşmazsa, resim yapmış sayılmıyorlardı.
Gerçeklikte hiçbir şey arzu ettiğimiz şekilde gerçekleşmez diye bir şey yoktur. Ancak sadece rüyaların içindeyken hakiki arzularımız ortaya çıkar ve bu durum bizi zor duruma düşürür.
Bedensel olsun ruhsal olsun, tüm becerilerimiz dış uyaranlar ile kâh gelişir kâh yok olur. Hangisi olursa olsun uyaranı gitgide güçlendirme gerekliliği muhakkaktır.
Sen cidden dünyada ‘kötü insan’ diye bir tip olduğunu mu sanıyorsun? Dünyada böyle kalıba sokabileceğin ‘kötü insan’ diye bir şeyin olması mümkün değil. Normal zamanlarda herkes ‘iyi insan’dır. En azından hepsi ‘normal insan’dır.
“Fakat insanoğlu sağlıklı olsun hasta olsun, çok aciz bir varlık. Ne zaman, ne sebeple, nasıl öleceğimizi kim bilebilir…”
“Hocam siz de böyle şeyler düşünür müsünüz?”
“Her ne kadar sağlıklı olsam da bunu düşünmemek olmaz.”
“Benimle birlikten olsan da muhtemelen hâlâ yalnız hissediyorsun. Benim senin yalnızlığını giderecek gücüm olmadığından… Çok geçmeden başka birilerine kalbini açman gerekecek. Çok geçmeden evime gelmez olacaksın.”