Tam bir mutluluğu gerçekleştirmenin imkân dışı olduğunu er geç herkes öğrenir yaşadığı süre içinde; ne var ki madalyonun ters tarafını düşünen az insan vardır: Tam bir mutsuzluğun da aynı kapıya dayandığını. Her iki ucun gerçekleşmesine karşı koyan anlar, aynı hamurdandır; bizim insan olmamızla ilgilidir ikisi de. Böylece, bu gerçekleşme işlemine direnen şey, bizim gelecek için beslediğimiz ve kimine yarın için umut, kimine umutsuzluk veren o hep yersiz kalan sezgimizdir. Her sevince ama aynı zamanda da her acıya bir sinir koyan ölüm kesinliğidir bu direnen şey.
Yaşayan insanlar için zamanın bölümleri bir değer taşır ve bu değer, insanın içi ne kadar zenginse o kadar da büyüklük kazanır; oysa bizler için saatler, günler, aylar, gelecek zaman içinden kasvetle yükselip geçmiş zaman içine batıp gidiyor, hem de aslından çok yavaş yol alarak; bir an önce sıyrılmaya çalıştığımız çirkin, gereksiz bir madde. Aslında çok canlı, değerli ve geri gelmez nitelikteki günler, birbirini kovalayıp yutuyor ve gelecek, aşılmaz bir engel gibi kapkara ve yoğun, karşımızda duruyor.
Bizim için tarih olduğu yerde durup kalmış.
Ölüm saçarak ağardı gün; yeni güneş bizi yok etme kararını almış insanlarla birleşmişti sanki. İçimizde uyanan çeşitli duygular, bilinçli teslim olma, kolsuz kanatsız ayaklanma, dinsel tevekkül, korku ve umutsuzluk, uyanık geçen bu gecenin sonunda genel, gem vurulamayan bir çılgınlığa doğru akıyordu. Düşünmek, yargılamak zamanı geçmişti artık; mantıkla ilgili her açıklama baskı tanımaz bir isyanın etkisiyle yıkılıyor, yok oluyordu.
Aramızda çok şeyler söylendi o sırada, çok şeyler de yapıldı; ama iyisi mi, hiçbir anı kalmasın o saatlerden.