Gregor Samsa'nın uykusundan kocaman bir böceğe dönüşmesiyle başlıyor hikaye... Hikayede ilk dikkatimi çeken şey; Gregor 'un böceğe dönüştüğünü fark ettiği halde hala işe yetişebilmek için çabalaması ve bu garip durumu yerine işini düşünmesi oldu. Bana göre belki de ailesinin geçimini o sağladığı için, eve para getirdiği sürece değer
Stefan Zweig bu kitabında da biz okuyuculara duygu skalasından seçtiği duyguları o ham haliyle hissettirmeyi başarıyor. Bir kadının yaşadığı gözden düşme, kıskançlık, unutulmak , yaşlanma korkusu gibi duyguları ve bu duyguların kılavuz olduğu çöküşü sanki oradaymış gibi hissediyoruz.
Zweig kadın ruh yapısından ve psikolojisinden o kadar iyi anlıyor ve bize yansıtıyor ki... Sadece kadın da değil, anlattığı tüm karakterlerin adeta ruhuna girip en dip köşelerinde saklı kalmış duyguları, hisleri görebiliyoruz.
Madame de Prie gözde olduğu zamanlarda da aslında içinde aidiyet duygusu olmayan bir kadın. Yani içinde yaşadığı o şatafat, eğlence, kadınlar , erkekler aslında içindeki boşluğu hiç ama hiç doldurmamış. Saraydan sürülünce de o bir yere ait olamamanın verdiği acı, hayatı kaçırmanın kıskançlığı onu intiharın eşine sürüklüyor. Hayattayken sahip olamadığı ilgiye ölümüyle sahip olmak istiyor . Aslında unutulmamak, görülmek istiyor. Ama insanın önce kendine değer verip kendini görmesi gerekiyor en başta...
Bir Çöküşün ÖyküsüStefan Zweig · İş Bankası Kültür Yayınları · 202176,8bin okunma
Tam da bu sıralar yaşadığım duyguların adını koyamazken ve kendimi tanıyamadığımı düşünürken okudum bu kitabı. Ben her kitabın kendi zamanını beklediğine inanmışımdır hep. Okunması gereken zamanda o kitap karşınıza çıkar ve hiçbir şey düşünmeden alıp okursunuz...
Amok Koşucusu da benim için öyle oldu . İnsanın neden olduğunu bilmeden bir saplantıya tutulmasını, kendini engelleyemeyip durduramamasını adeta yaşayarak okuyoruz satırlarda...
Kibir , ego , aşk, saplantı, sahip olma isteği, duygularına hakim olamama ,öfke, gurur , vicdan muhasebesi... Zweig bu duyguları en saf , en ham haliyle yani tüm çıplaklığıyla önümüze atıyor. İnsan doğasının karmaşık yapısına Zweig ile birlikte derinine kadar inebiliyorsunuz.
Bence Zweig da kendini bir Amok Koşucusu olarak görüyordu. Her hikayesinde duyguları bu kadar yoğun anlatması bu öldürücü delilikten kaynaklı. Zaten yazarın eşiyle birlikte intihar etmesi de bunun kanıtı. "Bir Amok koşucusuysanız uzun süre
cezasız kalamazsınız, eninde sonunda sizi yere sererler..."
Amok KoşucusuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2021111,2bin okunma
Kitabı böyle tanımlamadan önce olumsuz anlamda eleştirdiğim yerleri belirtmek istiyorum ...
Öncelikle 150-200 sayfa boyunca gereksiz ayrıntılar yüzünden ilerlemekte zorluk çektim. Fransa'nin siyasi tarihini anlatırken yazar polisiye roman çizgisinden sapmış bizi tarihi bilgilere boğmuştur. Ayrıca sayfa altlarındaki dipnotlar anlatımı
...Gerçekten utanması gereken birileri varsa o da yüz denen pasaport olmaksızın insanın kişiliğini kabul etmeyen, beni neredeyse canlı canlı mezara gömmeye kalkan bu dünya değil miydi?
Kahramanımız kitabın bir bölümünde yaşadıklarına olan isyanını bu cümlelerle haykırıyordu...
Kitapta bir deney sırasında sıvı patlaması sonucu yüzünde onulmaz
Suzan Defter ; yazım tekniğiyle adından söz ettiren bir kitap. Bir kadın ve bir erkek karakterin tuttuğu iki ayrı günlük var. Sol taraftakiler Ekmel Bey 'e ait , sağ taraftakiler ise Derya'ya ait. Çoğu kişi kitabı okumaya başladığında yanlış basım olduğunu düşünmüş. Bana çok saçma geldiğini söylemem lazım. Sol ve sağ tarafta aynı güne ,
Yarımporsiyon düdüğünü öttürüyor. "İçeriii , içeri!" diye bağrıyor. İkinci kısım birinci koğuştakiler gibi ben de heyecanla Yaşar ' ı dinlemek için sabırsızlanıyorum...
İnsanlar hikaye dinlemeyi sever. Hele de Yaşar gibi o anı yaşatarak anlatan bir anlatıcı varsa ...
Kahramanımız Yaşar Yaşamaz hapse düşüyor ve başlıyor başından
Bir Ses Böler Geceyi Ahmet Ümit ' in ilk dönem romanlarından olduğunu belli ediyor .
Kitabı üslup yönünden incelersek , Ümit'in ustalık dönemi eserlerine göre daha genç daha arayışta olan bir kitap. Tiyatrovari konuşmalar, o an yaşanan ya da anlatılan olayı, durumu yani sahnedeki her şeyi söylemeye yönelik anlatım... Okuyucuya "Bak şu şöyle oldu bu da o yüzden böyle oldu "yu karakter (Süha ) kendi kendine sürekli sesli düşündürüp hissettiriyor . Kendi sorup kendi cevaplıyor. Sanırım okuyucu daha iyi anlasın romanı diye yapıyor .Diğer ustalık eserlerinde ise bir şeyleri direk söylemiyor. Ortaya koyuyor , okuyucu onu alıyor ve içselleştiriyor
Sesli düşünmeler sayfalar ilerledikçe azalıyor ve roman oturmaya başlıyor.
Ahmet Ümit ' in her kitabında oldugu gibi bu kitapta da yine tarihle iç içe Alevilik , solculuk , 12 Eylül dönemi ile ilgili fazlasıyla bilgi sahibi oluyoruz.
Kitabın sonuna geldiğimde çok şaşırdım ve biraz da hayal kırıklığına uğradım. Çünkü Süha 'nın ve İsmayil 'in sona doğru hayatlarının kesiştiği noktayı bulacağınız sandım. Bir Süha 'nın hayatına bir İsmayil 'in hayatına gidip gelerek ilerliyordu kitap. Daha vurucu , "vay be " dediğimiz bir son olabilirdi . Kitapta yanlışlıkla açılan tabuta bakan herkes tabutta farklı bir kişiyi görüyor. Burdan anladığım kadarıyla Ahmet Ümit insanların hayata farklı yerlerden baktığını herkesin bakış açısının farklı olduğunu söyleyerek, romanın sonunu da her okuyucunun hayal dünyasındaki pencereden kendi bakıp bulmasını istiyor ..