“Ve o, birçok şeylerin farkına varmadan yaşamayı ve nihayet hadiseler, kendilerinden kaçılmayacak kadar sıkıştırınca, ani ve şiddetli kararlar, o anda aklına gelen hareketlerle işin içinden sıyrılmayı ve her şeyi koparıp atmayı tercih ediyordu.”
“Profesör, hem güzel, hem tahsilli, hem de iyi aileden bir şey arıyor ve nihayetsiz ilminin kendisine bütün bu meziyetleri istemek hakkını verdiğini sanıyordu.”
“Hayat herhalde bir katakulli değildi. Ama neydi? Bu hayatın bir manası olmak icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. Lakin tembelliğe alışmış olan kafası bunu bulamıypr, bulmak için uğraşmaya üşeniyor, yanlış ve bayağı olduğunu sezdiği şeyleri de kabul edemediği için selameti firarda bulunuyordu… Her şeyden, her derin düşünceden, her üzüntülü nefis muhasebesinden kaçmayı itiyat edinmişti.”
“Fakat Macide kendisini her an düşünen, sadece aşk ve istek değil, bunlar derecesinde de hürmet telkin eden, sadece bir küçük kardeş, yaramaz bir çocuk değil, aynı zamanda bir ağabey, bir destek olan bir insanın yakınlığını daima arıyordu.”
“Asıl iyilik tanımadıklarımıza yaptığımız iyiliktir; halbuki biz bütün hüsnüniyetimizi dostlarımıza saklayıp bunların dışında kalanları bir çırpıda ve kısa bir hükümle fena addediyoruz!”
“Yaşamın bu kadar çetrefilli olmasının başlıca sebeplerinden bir insanın yaşamında güzel bir konuma gelmek isterken yaşam kurmak istememesidir.  Benciller, haydutlar, parazitler ve soyguncular gibi yaşama atılıyorlar. Yaşamın anlamını bu asalaklıkta
görüyorlar.”
“Halkın ruhundaki Tanrı ölüyor! Bu ölümden daha korkunç bir şey olabilir mi? Eğer kendinize, Tanrı’ya ve halkınıza karşı dürüst olmak istiyorsanız suçluları etrafınızda aramayın. Her dinin ikiyüzlülerinin bugüne kadar yaptığı, şimdilerde de yapmaya devam ettiği gibi bilimi, felsefeyi, aydınlanmayı suçlamayın!”
“Kafamda, hiçbir şeyle değişilmesi
mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor… Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi kendimi zavallı hissediyorum. Odamdaki duvarlar birdenbire büyüyüveriyor. Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor… Zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağının bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni bir buğday tanesi, bir karınca gibi ezip geçiverecek… Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek yakın çehre görsem de yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda yardıma çağırılacak kadar yakın görünmüyor. Bilmem beni anlıyor musunuz?”
“Bu yüzden burada halkın en alt sınıfında bile düşünce deliksiz bir uykuda değil ve ölü dallar gibi çürümüyor. Kıtlıklarıyla barışık değiller. Ne olursa olsun başkasının iradesine boyun eğmiyor, kaderimiz böyleymiş demiyorlar.”
“İnsanın hiçbir şey karşısında ve hiçbir zaman boyun eğmemesi, yaltaklanmaması gerektiği fikri… İnsan yaşamının aralıksız kültürel bir yaratıcılık olduğu, insanın hem dışarıda hem de kendi içinde kaba güçlerle bitmeyecek sonsuz mücadelesinin fikri…”