Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
26. Yine benzer bir soru: Ölünce ne olacağız? Şu kesin: Ölmüş-olacağız! Ya da aynı kesinlikle: Ölü-olmuş olacağız! Daha tam bir ifadeyle ise şu olacağız: Ölecek ve “ölmüşolan” olarak -bu kez farklı bir kipte“’olma ya devam” edeceğiz: Bir İkinci Yeni şairinin dediği gibi "‘Olmak, bizim en kesintisiz fîilimiz”; en “kesintisiz” ve en kapsayıcı. Ölmüş-olmak! Yani Ölmek ama bir şekilde yine de olmak! Bu, hiç yoktan iyidir diyor gönül! Ya büsbütün hiç olsaydık, “hiphiç” olsaydık? Ama şükür ki ölmekle, bir ölü-olmak’la birlikte “hiphiç” olmayacağız ve “Ölü-olarak” da olsa veya “ölü-olmak”la birlikte bir şekilde olmaya devam edeceğiz. Çünkü ölmekle birlikte yine de bir“ şey’ ’olacağız; “olan”, “ ölüolan” bir şey! Hem anılmaya, sözünü etmeye, dilde-var- kılınmaya değer ölüler yok mu? Hafızalara kazınmış, gönüllerde taht kurmuş ya da tarihe mal olmuş ölüler? Cevap: “Var”dır böyle ölüler, hem onlar “ölümsüz”dürler; var-yok arası bir varlıkla vardırlar ve aramızda “yaşamaya devam ederler”. “Hiphiç” ya da “mutlak hiçlik” diye bir şey muhal olmasın sakın?
17. “Hiçbir şey” derken belli-belirsiz de olsa bir “şey”i işaret ediyoruzdur o “şey” “gerçekten” varmışcasına. Şimdi, kestirmeden gidelim ve demek-istediğimizi deyiverelim: Hiçlik dahi ilksel muamma olarak Ne’ye ait olup Ne’den sonra “Vücuda-gelmiştir”tıpkı eşleniği olup onunla bir çift oluşturan Varlık gibi. Hiçlik dilde “Vücuda-gelmiştir”. 18. Hiçlik dahi -tıpkı Varlık gibi“ne-den’lilik”ini Ne’den alır, Ne’nin kendisinden. Hiçlik dahi -tıpkı Varlık gibi- aslen Ne’ye döner. Varlık ve hiçlik, Ne’den sonra oluşlarıyla yani “hâdis”likleriyle bunlar, “birbirinden olup birbirine aittir”ler, nasıl ki “birbirlerini ayırt ediyor” iseler. Varlık ve hiçlik, evet, ayrımları içinde aslen Ne ’ye aittirler, “ilksel ” yani “berisi olmayan” muamma olarak Ne’ye. Hiçlik neden gelir? Cevap: Hiçlik Ne’den gelir tıpkı Varlık gibi.
Reklam
31. Oluş, Ne’nin izini taşıyor oluşuyla, haddizatında “iz-oluş”tur. Bu sözcük, Oluş’un Ne-den-sonralığı’nı, Köken’e geç kalmışlığını, dolayısıyla da yaratılmışlığını (halk) anlatıyor; hakeza, Oluş’un “sonradan-olmaldık”ını (hudus), dolayısıyla da “sonluluk”unu (fena) anlatıyor. Sair nesnelerle birlikte, kend’oluş olarak öznelik dahi iz-oluş’tan payına düşeni alır. Yaratılmışlık, “kendi kökenine tanık olmama”dır aynı zamanda. “Ben onları göklerin ve yerin yaratılışına tanık etmediğim gibi, bizzat kendi yaratılışlarına da tanık etmedim...” (Kehf: 18/51). Bu “kendi yaratılışına tanık olmama”, “sonradanlık”ın ve “sonluluk”un, dolayısıyla da “yaratılmışlık”ın anlatımıdır tamı tamına. Özne’nin hakiki mânâda “özerkliği” esasen bir vehim olmalıdır; nasıl öyle olmasın ki özne hakikatte ne “başlangıc”ına sahip ve tanıktır, ne de “son”una.
Kâh lisan kâh gönül olarak, hem lisan hem gönül olarak. Lisan ve gönül “dil”de bir çift-oluştururlar demiştik. Bu çıft-oluş şöyle izah edilebilir: Lisan ve gönül -bu, “dil”de birleşen iki unsur-semantik bakımdan biri diğerine ait olarak birbirini bütünler ve bu surette dün olduğu gibi bugün de önümüze hem edebiyatta, hem de düşüncede geniş ve zengin bir anlam-alanı açar. Şu halde, lisan-ve-gönül “dil”de bir arada yani bütünleşik bir surette düşünülebilir; keza onları böyle düşünmek düşünceye bir derinlik ve/veya irtifa kazandırabilir. Bu bütünleşik tasavvura göre, lisan (i. dil < til) Gönl’ün (ii. J:) lisanı olduğu, ona ayna tuttuğu ölçüde hakikatini bulabilir. Başka bir ifadeyle, lisan gönül’den neşet ettiği ölçüde, yani onu içten ve içtenlikle yansıttığı ya da yankıladığı Ölçüde hakikatlidir. Lisan hakikatini gönül’de bulur, “gönül lisanı” asıldır zira. Lisanın kaynağı olarak, giderek lisan olarak gönül! Öte yandan, gönül, kendini ifade ederken veya dışa vururken, temel teşkil ettiği lisan’a bağlı ve muhtaç görünür.3Sözcüğün her iki anlamında dil duyarlığı varsayar. Bir lisan faaliyeti ama bunun öncesinde ve ötesinde bir gönül işi olarak felsefe de aslında öyle.
10. Soru olarak Ne? tüm sorulara önceldir; tüm soruları koşullandıran ilksel sorudur. Ne, Varlık’tan önce (ve dahi öte) oluşuyla soruların sorusudur. Şu halde, felsefe Ne sorusuyla başlar ya da daha doğrusu başlamalıdır. Nitekim; Ni-çin [Ne-için], Ne-den, N-asıl [Ne-asıl] , Ne-re-ye, Ne-re-den gibi temel sorular hep Ne’den çıkar ve ona döner. Varlık haddizatında ne-den’ini kendinde değil N e’de bulur, ni-çin’ini de.
Çağa sâri nihilizme sözüm ona bir çare olarak öne sürülen Üstinsan (Übermensch) tasarımı insanın hiç olmadan hep olmaya kalkışmasının modern, trajik bir timsalini oluşturuyor sonuçta. Bu tasarım uyarınca insan, lâ süpürgesiyle kendini kendinden süpürmek ve bu surette yine kendine ama yeni kendine giden yolu açmak yerine, bu süpürgeye binip uçmağa heves ediyor. “Tanrı’nın ölümü” akabinde insanın kendini onun yerine geçirme ve mevtanın ardından yas tutmayı bırakıp uçmağı burada kurma ham hayalidir bu. Oysa insanın önünde atlanamaz ve alt edilemez bir ölüm gerçeği var, bir gerçek ki kapı gibi! Belki de dendiği gibi hiçliğe açılıyor bu kapı?! Öyle de olsa kapı, kapı olarak, çok gerçek! Herkes uğrayacak oraya, Ölümü yenecek sihirli otu bulamayacak olan Üstinsan da. Öte yandan, ölmeden evvel ölmek ne demek buna bîgâne kalanlar Ölümü göz ardı etmeye hep devam edecek ve fakat ölüm onlara galebe çalacak boyuna.
Reklam
Nihil’ e karşı lâ! Görünüş yanıltmamalı, bu ikisi asla ve kat’a aynı anlama gelmez. Gerçekte lâ süpürgesi modern bireye ârız nihilizm marazını süpürüp atabilecek yegâne çare, yerine şunu koysak mı diyemeyeceğimiz şu panzehirdir tam da. Süpürgeyi tutan kendi’dir burada, süpüren kendi, hem süpürülen kendi. Kendi’ni yola koymak suretiyle, süpürge elde, kendi’ni kendi’nden tahliye eden kendi. Bu bir mâ-cerâ’dır ki onda kendi h-içlene h-içlene kendini kat etmede. Kendi’nin kendi’yle güreşinde kendini alt etmede. Güreşin tutulduğu yer belli: kendi. Keza, bu minderde yenen de yenilen de kendi. Bidayette herkeste kendini kaybetmekten endişeye kapılan kendi, kendi’nin kendi ile tuttuğu bu müthiş güreşin nihayetinde kendini hiçkes olarak bulmada. Hatırlatalım hemen: Hiç olmak, hep olmaktır! demiş Bâyezid-i Bistâmî. Kendi, demek ki, kend’olma yolunda ancak h-içlenerek “hep” olmada. Ama dikkat! Varllan nokta, büsbütün hiç olmaktan bütünüyle başka! “Fenâ’dan sonra bekâ” var zira.
Ne-re’den geldiysek, yine O-ra ’ya gidiyoruz! . Bu söz, insanda; başlangıç noktası, güzergâhı, konaklama yerleri ve varış noktasıyla bir yolculuk intibaı uyandırıyor ve itiraf etmelidir ki kalpte bir inşirah hissi peyda ediyor. Yine bu söz, insana, işittiğinde, belli-belirsiz de olsa, tuhaf bir ferahlık hissi yaşatıyor bir ferahlık hissi ki kend’olma çabasına içkin şu acıtan belirsizliği insanın içinden bir süreliğine de olsa süpürüp atıyor. Zira bir yolculuk düşüncesi (bu, düşünsel bir yolculuktan ibaret bile olsa) kend’oluş mâ-cera’sına mânâ veriyor. Ama Nietzsche’vari Hiçten gelip hiçe gidiyoruz ifadesindeyse böyle bir şey zinhar hissolunmuyor. Hiçten hiçe bir yolculuk! İlk duyuşta ortalığı beyhudelik hissiyle sarmalanmış, belirsiz ve tuhaf bir sessizlik kaplıyor sanki. İnsan, kendini, kasvetli mi kasvetli bir gökkubbenin altında yerin ıssız ve çıplak yüzünde yapayalnız, şaşkın ve naçar bir şekilde buluyor. H -iç’in bir içi, nihilizmin bir dibi var m’ola ki diye merak ediyor. .
Ne-re'den geldiysek, yine O-ra'ya gidiyoruz! Özkan Gözel
59 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Pozitivizm= insanlık dini. İnsanlık dini haline dönüşen bu kavramın kurucusu ve en büyük savunucusu Comte’dur. Pozitivizm kati suretle maneviyatı reddeder. Tek amacı; dünyayı kurtarmaktır. Bu dinin tanrısı; insanlık, peygamberi; bilim adamları ve mucizeleri de ilmi keşiflerdir. İbadet üstün bir varlığa değil de insan gelişimi için çaba sarfetmekten geçer. Osmanlı impatoru Reşit Paşa’ya yazdığı mektup Evrensel din’ fikrine dönemin en güçlü İslam devletini kazanmaya çalıştığını da açıkça belirtiyordu. Bu nedenle Osmanlı’da başlayan batılılaşma çabalarının kökenleri incelenirken Comte’un adı da her dönem sıkça geçti. Mektuplarında sıklıkla batının siyasetini eleştirip şarkın islamın gölgesindeki yönetimini uygun bulduğunu dile getirmiştir. Sıkça batı ve islamiyet karşılaştırması yapan Comte sanat alanın da Ruhban sınıfları da dahil olmak üzere eğitim almak için İşbiliye Kurtuba okullarında eğitim almaya gidecek kadar Batılıların teolojik antipatiyi aşmış olduklarını belirtir. İslamın sosyal amacının Tanrı’nın çift tabiatlı değil ruhani ve cismani olarak tek bir tanrının varlığında yalınlaştığını ifade eder. Özetle; islamın pozitivizmi ilerleteceğini düşünmüş, İslamiyet ışığındaki incelemelerinde de bunu islama saygı ve sempati besleyerek yapmıştır.
İslamiyet ve Pozitivizm
İslamiyet ve PozitivizmAuguste Comte · Dergah Yayınları · 201791 okunma
Reklam
264 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Tavsiye ederim..
Eğer düşünceyle, düşünmeyle hayatın ve hayatı anlamanın bağlantısını görmek ve anlamak istiyorsanız bu kitap tam size göre.. :) Kitap içinde belirli başlıklar olup 3-4 sayfalık açıklamalar yapılmıştır. Sindirerek okunması ve okurken üzerinde düşünülmesi gereken bir kitap..Okuduğum en ilginç kitaplardan birisi..Herkese tavsiye ederim.
Kendi İçine Düşmek
Kendi İçine DüşmekÖzkan Gözel · KETEBE YAYINEVİ · 201839 okunma
Hasan Basri'den de söyle bir olay nakledilir: Hasan Basri ihvanindan birinin çantasından onun bulunmadığı zamanlarda da bir şeyler alıp yermiş. Niye böyle yaptığını soranlara söyle cevap verirmiş: 'Bre ahmak, bizden önceki insanlar hep böyle degil miydi? Onlardan biri kardeşinin evine gider, yemeğini yer, parasini alır vr bununla da kardeşini memnun etmeyi amaçlardi. Çünkü bilirdi ki böyle teklifsiz Bir davranış, kardeşi için kırmızı develere sahip olmaktan daha hoştur'.
Sayfa 226 - Ketebe yayıneviKitabı okudu
Kendi ile ilgilenmek
Sonuç olarak, Sokrates, Savunma'da(29d-e), Atinalıya " Alabildiğine çoğalmak üzere servetine, keza ününe Ve şerefine özen göstermekten utanıp sıkılmıyorsun; ama boyuna iyilestirilnesi gereken aklına, hakikate Ve ruhuna gelince bunları düşünmüyor, bunlardan dolayı kaygı duymuyorsun" (29d) diyor Ve onu " kendiyle ilgilenmeye/kendine özen gosterneye" davet ediyordu. Filozof, nihayet ölüme mahkum edildiğinde Atinali hakimlere " insanlara, zenginlikleri Ve serefleriyle değil de nefisleri Ve ruhları ile ilgilenmeye gerektiğini" hatırlatma yetkisi kendisine verenin Tanrı olduğunu söylüyordu.
Sayfa 186Kitabı okudu
Kendi İçine Düşmek
Sonuç olarak, iç alemimiz asıl evimizdir bizim, biz asıl orada yaşarız. Oradan dünyayla ve diğer insanlarla ilişki kurarız. Orası ruhumuzun üssüdür bir nevi. İnsan demek; bir iç aleme, bir gönül dünyasına, bir içselliğe sahip olan varlık demektir haddizatında. İnsan kendi içine düşmeden böyle bir aleme sahip olamaz, keza böyle bir aleme sahip olmadan kendi içine düşemez.
Sayfa 157 - Ketebe YayıneviKitabı okudu
Gökte Yıldız Arar İken
Filozof dediğimiz biraz da yaşama acemisi midir yoksa? Başı göklerde, idealar aleminde iken, bazen ayaklarının nereye bastığından bihaber midir filozof dediğimiz? Çetrefil felsefi/düşünsel meseleleri ustalıkla ele alırken, sıradan ya da hergünkü meselelere gelince bazen tökezler mi o? Felsefe ile uğraşan insanların kaderi böyle midir biraz da?
Sayfa 136 - Ketebe YayıneviKitabı okudu
442 öğeden 391 ile 405 arasındakiler gösteriliyor.