Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ne yana dönersek dönelim düşünmeye başlamadık daha.
Sayfa 153 - HeideggerKitabı okudu
"Araştırma-soruşturma, düşüncenin sofuluğu dur"
Sayfa 107 - HeideggerKitabı okudu
Reklam
Kişi doğduğunda ölmek için yeterince yaşlanmış demektir.
400 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Cidden çok beğendim. Diğer insanları da önemseyerek varlığı kendinden ve diğer herşeyden öte olarak anlamak. Içinden çıkamadığıniz varlık sorunları, gündelik hayat, etik ve ahlâki çelişkileriniz varsa mutlaka okuyun. Çok rahatlatici, ve açıklayıcı bir kitap. Kitabın yazarı, Doktorasını Levinas felsefesi Üzerine yapmış.
Varlıktan Başka
Varlıktan BaşkaÖzkan Gözel · İthaki Yayınevi · 20115 okunma
İçinde yaşadığımız Malayani Çağı'nın biz çağdaşlara yaptığı asıl fenalık şu belki de:Biz ilgimizi celbe matuf onca ayartıcı mevzu arasında kendimizle ilgilenmeye, kendimize ihtimam göstermeye bir türlü fırsat bulamıyoruz, sonuç olarak da kendimizi unutma talihsizliğine uğruyoruz.
Sayfa 27 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
(…) Moşe Sinagogta Tanrı ile konuşmaktadır: - Tanrım, senin katında bin sene nedir? - Bir saniyedir. - Tanrım, senin katında bir milyon dolar nedir? _ Bir senttir. Moşe bunu duyunca şöyle seslenir Tanrı'ya: - Tanrım, şu kuluna bir sent lütfetsene! Tanrı cevap verir: - Peki, bir saniye bekle!
Ketebe Yayınları
Reklam
96 syf.
·
Puan vermedi
İyi bir iş kotarmışsınız tebrik ederim. Kapaktan başlarsak müthiş bir sadeliğin yanında muhayyile arttırıcı bir tarafı da var. İçerikte Özkan Gözel'in zihnimiz kuşatan pozitivizme yönelik sanatın duyularla çözülemeyen hayatımızdaki konumuna işaret ettiği yazısı, Ali Emre'nin 90ların sosyolojik ortamı ile edebiyat ilişkisine dair yazısı oldukça etkileyeci idi. Umarım uzun soluklu bir iş olur.
Muhayyel - Sayı 1
Muhayyel - Sayı 1Muhayyel Dergi · İz Yayıncılık · 201839 okunma
Comte, her türlü ilahiyat inancını bertaraf ederek, bütün insanlığı kucaklamayı ve evrensel olduğunu iddia ettiği pozitif bir imanı tesis etme iddiasında bunmuştur.30 Comte, “Pozitif Din” veya “İnsanlık Dini” adını verdiği bir sistem icat etmek zorunda kalarak, insanların bilimde ilerlediğini ve aklın yol gösterdiği düşüncenin olgunlaştığını iddia ettiği zamanda bile bir ilaha iman ve dini kabulden uzak kalamayacağını göstermiştir.31 Ne var ki Comte; icat ettiği dinin esasları çerçevesinde “Tanrının yerine insanlığı ikame etmeye”32 çalışarak Allah inancının olmadığı veya insanın ilahlaştırıldığı, ilahî bir vasfı bulunmayan, beşeri bir din kurma gayretine girmiştir. Comte, 4 Şubat 1853 tarihinde Mustafa Reşit Paşa’ya gönderdiği mektupta “İslâm’ın; şarkı, Pozitif Dini kabul etmeye hazırladığını” iddia ederek onu pozitif dine davet etmiştir. 0, “Nihaî olarak zihinden ziyade kalpte muazzam bir nefret hâsıl etmesi gereken her türlü inançsızlığın mahküm edilişi, imanı kuvvetlendirmek için zorunlu hale gelmiştir” deyip bunu da “tek ilâh” inancını temel alan dinlerin yaptığını belirtmiştir. **** 29 Korlaelçi, a.g.e., s. 17. 30. Auguste Comte, İslâmiyet ve Pozitivizm, nşr. Christian Cherlîls, çev. Özkan Gözel, istanbul 2008, s. 25. 31.Filibeli Ahmet Hilmi, Allah'ı İnkar Mümkün mü? Istanbul 1979, s. 57. 32 Comte, Islamiyet ve Pozitivizm, s. 27. 33 Comte, A.e., s. 26, 28.
Etraflıca ve derinlemesine düşünme, zor zamanlardaki düşün­medir umumiyetle. Düştüğünde düşünmeyen, neden düştüm, nasıl düştüm demeyen insanda hayır yoktur. Ve bir kere insan bu soruları sorduğunda düşüşünden, düşünüşünden ders çı­karıyor, ibret alıyor demektir. Düşünce, düşünce başlar. Ama bazen düşüncenin düşmeye yol açtığı da vakidir, zira belli bir tecerrüdü gerektiren düşünce, dikkati çevreden alır içe, bene, kendine yöneltir: Kendine dikkat, çevreye dikkatsizliği doğu­rur, doğurabilir. Bu da pratik hayatta dikkatsizliklere, sürçme­lere, düşmelere yol açar, açabilir.
6. Ne, kendini duyururken, bir yandan gizler de. O, kendini giz olarak duyurur. G/iz olarak g/iz kendini öne sürmekle birlikte geri çeken şeydir tam da. Onun “doğa'sı böyledir. 0, bir muammadır her soruya öncel bir muamma. Ne, 'söze-konu“ olduğunda dahi muamma karakteri'ni tam olarak yitirmez. Bu yüzden o paradokslarla 'dile-gelme'yi sever. Ne,anlamdirmaya direnen bir muammadır. yoksa çözülebilir bir bil-mece değil. Ne'nin "söze-konu' oluşu belli-belirsizdir. Anlak onu kendi terimlerine çevirip anlaşılır kılamaz. Ne'yi en alâ özduyunc'umuz olan kalb'imizden duya-bıliriz. Ne’ye dair her mülahaza duyarlıkta iz bırakan her ne ise onun anlakça ve anlağa göre bir tercümesi olmakla maluldür daha en başta. Ne, haddizatında, bilincin terimlerine tercüme edilmez.
Reklam
4. Kalp, olay'ın aslen vuku ve/veya makes buldugu şu 'yer" şu 'yer-olmayan yer'dir. Öyledir; zira, olay hariçte vuku bulsa da, mânâ kazanması için kalb’in, özne’nin veya özne'nin kalbi'nin dahlini ve müdahalesini gerektirir. Şu halde, görünürde hariçte vuku bulsa da, olay aslında kalp'te vuku buluyor ve ondan itibaren mânâ kazanıyordur. Daha da ötesi, olay; hayatta, bahusus kalb’in hayatında vazgeçilmez ve asli bir yere sahiptır. Olay kalb'in, öncelikle ve bilhassa onun, esin ve besin kaynağıdır. Kalp, “beden' kavramına daraltılamayacak olup ondan fazla bir şey olan Vücud'un en duyarlı noktasıdır, giderek o tüm vücud'a yayılan duyarlık ağının merkezi, dolayısıyla da duyarlık olarak duyarlığın imkân koşuludur. Kalp, sözcüğün asıl anlamında, kalbolan şeydir tam olarak. Kalbin hayatı böyledir. Kalbi inkılâba ugratan (takallüb) yani onu ters yüz ya da altüst eden, sarsan, yalpalatan, döndüren ve evirip-çeviren içsel ve dışsal olaylardır haddizatında. Hakıkıtte, olay kalpte vuku ve/veya makes bulur -olay'ı duyacak bir kalb'e sahip oldugumuz ölçüde.
ll. Öz-leme, bir ara-yış’tır. Öz, kendini ve aynı zamanda özge’yi arar. Öz, Öz-ge’de kendini arar. Bir açıdan bakıldığında bu arayış, bulma özleminden çok bul-un-ma özlemine yöneliktir. Veyahut bu ara-yış, özgeyi bulduğunda onda özünü (yeni’den) bulma özlemi olmalıdır. Böyle olarak özleme, öz’den yine öz’e ama yeni öz’e bir harekettir, öylesine ki işbu özlemede kendini ikrar ve inkâr bir arada, öz’de dönüşüm de bu arada gerçekleşir. Başka nasıl olsun.
29. Özne (ya da eş deyişle: sözne) her ne şekilde ise bir kez yeryüzüne konulunca, o ana dek “cilasız bir ayna”13 gibi olan bu mahal öznenin ona konuluşuyla birlikte parlaklık ve görünürlük kazanmış ve bir anlam ve anlatıma kavuşmuştur. İmdi yeryüzüne anlamını kazandırıp anlatımını veren ve bu surette onu açığa-çıkaran dil (lisan-ve-gönül) sahibi s-özne’dir. Bu dil sahibi varolan, öznelerarası bir çerçevede ve sözün imkânına dayanarak etrafındaki nesneleri adlandırır ve tanımlar, öyle ki bu ameliye muhiti, giderek de dünyayı söze-konu ederek görünür kılar. Söz dünyayı açığa-çıkanr ya da dünya sözde ve sözden itibaren açığa-çıkar. Dünya, s-özne’nin varlığıyla nihai anlam ve anlatımına kavuşur. Duyarlık, dolayısıyla dil (lisan-ve-gönül) sahibi olarak özne, “varlık aynasının cilası” olur. Böyle olarak 0, baş gözünden önce, gönle düşen sözcüklerle görür ve gördüğünü adlandırıp-tanımlar. Bu, dünyayı ve/veya varlığı “kurma”dır bir bakıma yani ki ona anlamını-vermedir. Hâsılı, dünya (konarga), anlamını öznelerarasılığın dilsel ortamında duyarlık olarak vücut bulan şu özneden itibaren kazanır.
Lisan gönülde olana tercüman olduğu ölçüde, söz kıymetli ve geçerlidir. Özne için söz haysiyettir. Bu bakım"dan, söz vermek ve sözünü tutmak özneliği hakikati bakımından ifade eden edimlerdir. Özne’nin liyakati onun doğrusözlülüğü’nde, şu halde doğruluğu’nda (sıdk) aranmalıdır. Söz, özne’nin tarifinde o denli merkezidir ki ona giderek “s-öz’den yapılma” anlamında sözne dense yeridir. Özne özneliğini s-öz’e liyakatinden itibaren kazanır ki bu konuşan (ve kendisiyle konuşulan) bir varolan olma ile temelden bağlantılıdır. Sonuç olarak, özüyle sözü yani gönlüyle lisanı bir olma olarak doğruluk özneliğin temel bir anlatımıdır ki bu tam da duyarlık’ta temellense gerektir.
Komşuluk hukukuna riayette kişi gönülden ve gönüllü olarak ve dahi lisan-ı hâl ile “Ben varım; yanım sıra da sen varsın!” der ve bu surette “Biz ancak birlikte-varız!” noktasına ulaşır. Bu son tümce, sonradan gelse de, ilkinin temelidir aslında. Bu noktaya ulaşmak, ulaşabilmek, en asli ortaklık olarak yaratılmışlık bağını -ilksel olarak birlikte-konulmuşluk’ta tezahür eden bu asli bağı- gönülden tasdik ile mümkün olur. Öznelerarasılığı en temel zeminini işbu yaratılmada ortaklık’tan itibaren düşünebiliriz. Yazılı ya da kayda geçirilmiş olmayıp maruf esaslı olan söz konusu ilksel/fıtri sözleşme, komşuların birbirinin elinden ve dilinden salim olduğu, hakeza toplumsal hayatta birbirine saygı ile silm’in (barış) geçerli olduğu bir durumu varsayar ve böyle olarak da hukuka mesnet teşkil eder.
447 öğeden 376 ile 390 arasındakiler gösteriliyor.