Bağnazlığa karışmayan, ama oldukça belirgin bir din duygusu günlük yaşantıda asayiş ve huzuru sağlıyor, adil ve güçlü bir yönetimi iş başında tutuyor -iltimas ve rüşvet bilmezdi, çünkü Moğollar namuslu ve dürüst insanlardı- ticaret gelişiyor, kültür yaygınlaşıyor, farklı grupların ahenkli katılımlarıyla ortak bir eser oluşturuluyor, herkes aile kökeni ne olursa olsun en yüksek mevkilere çıkabiliyor, istediği şeye inanıyor, düşünce özgürlüğünden yararlanabiliyordu. Bundan daha fazla ne istenebilir? Babalar bu uğurda hayatlarını vermişlerdi, ama evlatları mutlu yaşıyorlardı ya da o güne kadar görmediklerinden daha iyi bir yaşama kavuşmuşlardı. Böylelikle Pax Mongolorum tıpkı Pax Romana gibi hatta ondan daha geçerli olarak, imparatorluğun yıkılışı sırasında, bu hayatı yaşamış olanlarda hasretle hatırladıkları derin bir özlem olarak kalmıştı.
.
Artık eve ve eski haline dönme ümidi ve arzusunun ışığa giden güve gibi olduğunu ve her yeni baharı, her yeni yazı, her yeni ayı ve yeni yılı hep hasretle bekleyen insanın neşeyle beklediğini görüyorsun.
Özlediği şeylerin çok geç geldiğini düşünen- kendi yıkımını özlediğini algılamaz. Ancak bu arzu, kendisini ruha hapsedilmiş bulan ve insan bedeninden onu verene geri dönmeyi her zaman arzulayan unsurların özü, ruhudur. Ve bilmelisiniz ki, bu aynı özlem, doğadan ayrılamaz olan o özdür ve insan, dünyanın suretidir.
...
“Hasretle kucaklaşan iki kişi ne kadar zamanda bundan bıkardı bilmiyorlardı ama onlar bıkmadı. Hâlsiz düşesiye, açlık ve susuzluktan kendilerini kaybedesiye kadar sarıldılar. Bir ömre süren özlem ve bir ömür boyu hasretle...”
Hasretle kucaklaşan iki kişi ne kadar zamanda bundan bıkardı bilmiyorlardı ama onlar bırakmadı. Halsiz düşesiye, açlık ve susuzluktan kendilerini kaybedesiye kadar sarıldılar. Bir ömre süren özlem ve bir ömür boyu hasretle...