Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Abdullah Reha Nazlı

Abdullah Reha Nazlı
@reha37
Mühendis, Girişimci, Tasarımcı, Yazar
Lisans
Kütahya
Kütahya
183 okur puanı
Ekim 2017 tarihinde katıldı
Okula başlamadan önce bir çocuğu başarılı ve iyimser yapan nedir? Başarılıydı çünkü yaşamındaki sorunları çözmekte benini kullanmıştı; iyimserdi çünkü gereğince eğlenmişti. Gerçek acımasız olabilir, ancak onunla başa çıkabilmenin yollarını keşfetmiştir. Daha önemlisi, başarısız olsa da damga yememiştir.
Reklam
Okula başarısızlıkla gelen çok az çocuk vardır, hiçbiri de etiketlendirilmiş başarısızlık değildir. Çocuğun üzerine başarısızlık etiketini yapıştıran sadece ve sadece okuldur.
Doğrudan değişmeyen tek şey duygudur. Duygu davranışların sonucudur, ancak tek düzeltilebilecek olan davranışlardır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Şu ana kadar insan beyni hakkında ne öğrendik? Hatıraları birbirine karıştırır, gölgemizden korkmamıza neden olur, zararsız şeylerden dehşete düşer, beslenmemizi, uykumuzu, bedenimizi mahveder, olmadığımız halde harika olduğumuza bizi ikna eder, duygusallaştığında mantıksız şeyler yaptırır, inanılmaz bir hızla arkadaşlıklar kurdurur ve onları bir anda sattırır. Endişelendirici bir liste. Daha da kötüsü, tüm bunları düzgün çalıştığında yapar.
Sayfa 226Kitabı okudu
Joseph Jacotot'yu saran o ani sırrına erme hali şu şekilde özetlenebilir: Açıklayana dayalı sistemin mantığını yıkmak lazım.
Reklam
Çocuklarla konuşuruz, onlar etraftayken konuşuruz. Onlar da durup kaparlar, taklit edip tekrarlarlar, yanılıp kendi kendilerini düzeltirler, şans eseri başarıp yöntemli olarak baştan alırlar: Açıklayanların onlara bir şey öğretemeyeceği kadar küçük yaşta, hepsi -cinsiyetleri, toplumsal durumları ve derilerinin rengi ne olursa olsu anne babalarının dilini anlayıp konuşmaya kadirdir. Derken, dili açıklamayan hocalardan konuşmayı kendi zekasıyla öğrenmiş çocuk, kelimelerin gerçek anlamıyla öğrenim görmeye başlar. Artık şimdiye kadar kendisine hizmet emiş zekanın yardımıla bir şey öğrenemeyeceği varsayılır; öğrenme ile doğrulama arasındaki özerk ilişkinin artık yabancısıdır sanki. İkisi arasında bundan böyle bir matlık girmiştir: Anlamak gerekiyordur. Sadece anlamak kelimesi bile her şeyin üstüne bir örtü atar: Anlamak çocuğun bir hoca olmaksızın, ileride de --belli bir ilerleme sırası içinde sunulan- anlaşılacak konulara göre hocalar olmaksızın artır yapamayacağı bir şeydir.
Çocuğun en iyi öğrendiği sözler, anlamına en iyi nüfuz ettikleri, kullanmak üzere en iyi benimsedikleri, açıklayan bir hoca olmaksızın, açıklayan bir hoca devreye girmeden önce öğrendikleridir. Farklı zihinsel öğrenmelerin verimlilikleri de eşit değildir: İnsan evlatlarının en iyi öğrendiği şey, hiçbir hocanın onlara öğretemeyeceği ana dilleridir.
Açıklamanın mantısı demek ki sonsuza kadar geriye gider: Akılların üst üste katlanmasının, katmerlenmesinin sona ermesi için hiçbir neden yoktur. Geriye gidişi durdurup sisteme bir zemin kazandıracak şey, açıklamanın hangi noktada açıklanmış olduğuna karar verecek tek kişinin açıklayan kişi olmasıdır. Yine baş döndürücü olan şu soruyu da karara bağlayabilecek tek kişi odur: Öğrenci akıl yürütmeleri anlasın diye kendisine öğretilen akıl yürütmeleri anladı mı acaba? Hoca, babayı işte burada yakalar: Çocuğun kitaptaki akıl yürütmeleri anladığını o nereden bilsin ki? Babada eksik olan, bir başka deyişle baba, çocuk ve kitap üçlüsünde olmayan şey, açıklayana özel işte bu mesafe sanatıdır. Hocanın sırrı öğretilen konu ile öğrenecek özne arasındaki mesafeyi, aynı zamanda da öğrenme ile anlama arasındaki mesafeyi bilmesidir. Açıklayan kişi, mesafeyi ortaya koyan ve ortadan kaldırandır. Açıklayan kişi, mesafeyi ortaya koyan ve ortadan kaldırandır, mesafeyi kendi sözü içinde ortaya serip eritendir.
Bu mantıkta belirsizliğe yer yoktur. Diyelim ki öğrencinin elinde bir kitap vardır. Bu kitap, öğrencinin bir konuyu anlayabilmesine yönelik bir dizi akıl yürütmeden oluşur. Ama kitabı öğrenciye açıklamak için de hoca söz alır. Bu kitabı oluşturan bir dizi akıl yürütmeyi açıklamak için yine bir dizi akıl yürütmede bulunur. Peki öğrencinin niye böyle bir yardıma ihtiyacı vardır? Baba, birine sırf açıklasın diye para dökmek yerine, kitabı oğluna verse, çocuk da dosdoğru o kitabın akıl yürütmelerini anlasa, olmaz mı? Onları anlamıyorsa, anlamadığı şeyi açıklayanın akıl yürütmelerini nasıl anlasın ki? Bu açıklamalar bambaşka bir mahiyette midir? Hem o zaman onları anlamanın yolunu da açıklamak gerekmez mi?
Joseph Jacotot'un zihninde hemen bir şimşek çakıp her eğitim sisteminin gözü kapalı benimsediği şu apaçıklığa güçlü bir ışık tutar: açıklamaların zorunluluğu. Bu apaçıklıktan daha kesin ne olabilirdi ki? Kimse anlamadığı şeyi hakikaten bilemez. Eee, anlaması için de ona bir açıklamasının yapılmış olması, hocanın sözünün araya girip öğretilen madde'nin, yani konu'nun dilsizliğine son vermiş olması lazım.
Reklam
Fransızca'nın temeline dair hiçbir şey açıklamamıştı 'öğrencileri'ne. Ne imlayı açıklamıştı, ne fiil çekimlerini. Öğrenciler bildikleri dildeki kelimelere karşılık gelen Fransızca kelimeleri kendi kendilerine aramış, çekim eklerinin ne anlama geldiğini kendi kendilerine anlamışlardı. Fransızca cümle kurabilmek için kelimeleri ve çekimleri nasıl kullanmaları gerektiğini tek başlarına öğrenmişlerdi: Kitapta ilerledikçe cümleleri ve imlaları düzeliyordu; yazdıkları cümlelerde de öyle öğrenci cümlesi değildi hani, düpedüz yazar cümleleriydi. Ne yani, (eğitimde) hocanın açıklamaları gereksiz miydi? Gereksiz değildiyse, kime ve neye faydası vardı o açıklamaların o halde?
Bu rastlantı ürünü deneyin Jacotot'nun zihninde yol açtığı devrim işte buydu. O güne kadar vazifeşinas her öğretmenin inandığına inanmıştı o da: Hocanın en büyük görevi bildiklerini öğrencilerine aktarmak ve onları yavaş yavaş kendi bilgi seviyesine getirmekti. Öğrencileri bilgiye boğmamak, papağan gibi tekrarlatmamak gerektiğini o da biliyordu; öğrencilerin rasgele yollara sapmaması gerektiğini, çünkü asli olanı tali olandan, nedeni sonuçtan ayırmayı henüz öğrenememiş dimağların o yollarda kaybolacağını bilirdi. Uzun sözün kısası, hocanın başlıca işi açıklamak, bilgini basit unsurlarını öne çıkarmak ve bu bilgece basitlik ile genç ve cahil dimağların temel özelliği olan edimsel basitliği birbirine uydurmaktı. Öğretmek demek, bilgileri aktarırken zihinleri şekillendirmek, o zihinleri planlı bir ilerleyişle basitten karmaşığa doğru götürmekti, biliyordu bunu.
Geri123
357 öğeden 346 ile 357 arasındakiler gösteriliyor.