Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tebliğ ve Telkin
Hiçbir şeyin mücerreti sonuna kadar halledilemez; buna nazaran, sadece telkin edilebilir!..
Sayfa 179 - İBDA Yayınları
Osmanlıca...
- "Osmanlıca diye ayrı bir lisan yoktur! Osmanlıca tek ve kısa hecelerden örülü ve mücerret mefhumlara yabancı bir lisan çarşafı üzerine Arap ve Fars mana meyvelerinin silkelenmesinden meydana gelmiş gerçek Türkçedir. Bu meyveleri dil çarşafından ayıklayıp atacak olursanız, meydana gelecek lisan, içinde hiçbir gıda cevheri bulunmaz bir küsbe olur. Ve böyle bir lisânın milleti her türlü fikir ve idrak cehdine uzak bir sürü olmaya mahkûm... Cedlerimiz bu sırrı çözmüş ve İslam dinine kucak açarak milliyetini onda perçinlemiş, böylece lavdan, kasırgadan ve çığdan farksız bir madde harekiyetini manaya çevirebilmiş, bunun için de bağlandığı kaynağın üstün mefhumlarına sarılmaktan başka çare olmadığını görmüştür. Ayniyle Batı dillerinin Yunan ve Latin kaynakları karşısında vaziyeti..."
Sayfa 110 - 4.Levha, -Dil Şuuru-, Osmanlıca, İBDA YayınlarıKitabı okudu
Reklam
DİL VATANDIR!..
- "Milletimiz düşünce kabiliyetini ve aletini İslâmiyet'ten almıştır! Şu var ki, mefhumlar, benimseyenlerin milli hançerelerine ve gramer dehalarına sadık kalınarak yalnız asli maddeleriyle alınacağı yerde, köleliğe kadar varan teslimiyet neticesi, bir nevi montaj sanayi gibi ezber tarafından tüm aletleri ve usulüyle devşirilmiş; ve biri yüksek sınıf, öbürü halk dili olarak iki ayrı çizgi üzerinde yürütülmüştür. Bu iki çizginin birincisi ana dilini unutturacak, hatta bir Arap ve İranlıyı şaşırtacak kadar taassup gösterirken, öbürü, halk dilinde yerleşen, milli hançereye göre şekillenen, milli tahassüs edalarını kalıplaştıran, kısaca, düşünmeyi ve akıl erdirmeyi öğreten bir tohumluk vazifesi görmüştür. Ve işte bizim davamız manevi uzviyetimizde kalb mevkiini almış bir lisan oluşunun halk dili çizgisine hücum ve onda aslı Arap ve Fars ne kadar mefhum varsa katledip yerlerine, kurbağaların bile güleceği hırıltıları sokmak isteyenlerin hâlidir. Her birine bir karşılık aranan, güya bulunan ve resmi ve hususi pazarlara dökülen kelimelerden, imkân, ihtimâl, tabiat, sebep, farzediş, müşahhas, mücerret, buut, mesafe, mektep, mükâfat, filân falân gibi mefhumların diş sökercesine dimağ cihazından çıkarılması gayreti altında, sadece manevi vatanımızı yok etme gayreti yatmaktadır. Bu kadarı bir girişten ibarettir ve kapı açıldıktan sonra nelere rast gelineceği görülecektir. Dil vatandır ve ortalık vatan hainleriyle doldurulmaktadır!.."
Sayfa 110 - 111, 4.Levha, -Dil Şuuru-, Osmanlıca, İBDA YayınlarıKitabı okudu
DİL ve UYDURUKÇA...
- "Sebep" yerine "neden?" sualini, sual yerine de "soru" yu kabul etmek insanoğlunun her hareketini bağladığı aziz mefhumdan uzaklaşmak, yani mücerret düşünceyi kovmak olur. Zira amil, müeesir, saik, bais gibi nice dalları olan "sebep" mefhumu, bir şeyin iç yüzünü, künhünü, aslını anlamak ihtiyacının, yani aklın ana dayanağıdır; ve her dilde bir sürü etraf ve maiyeti olan bir temel manadır. "Neden?" ise "sebep"in kendisi değil yol göstericisidir. "Sebebi ne?" derken, kelimeler arasındaki farkı göstermiş oluyoruz. Şimdi "Sebep" yerine "Neden?" kelimesini kullanmaktaki saçmalığı bir labaratuvar tecrübesi ile misal verelim. Osmanlıca dedikleri veya diyecekleri bir cümle: -"Bais oldukları uydurma dil belasının öz amili gizli bir saik belirtirken bu müessiri anlamamaktaki sebep nedir?" İşte onların Türkçesine tercüme: -"Neden oldukları uydurma dil belasının öz nedeni gizli bir neden belirtirken, bu nedeni anlamamaktaki neden nedir?" Ayrıca "Müsebbib" e "Nedenci ve "Sebebiyet"e "Nedenlik" demek gerekiyor...
Sayfa 112 - 4.Levha, -Dil Şuuru-, Örnekler, İBDA YayınlarıKitabı okudu
Besbellidir ki sebep, girift bir cebir muadelesi gibi, bir sürü etraf ve maiyet mefhumları ile nisbet kurularak aranan bir ana mana ifade ettiği ve her lisanda böyle olduğu halde bu inceliği anlamayıp onu, en hor bir işaret kelimesi olduğuna bakmaksızın baş mefhum yerine geçirmek, saray kapıcısını sultan tahtına oturtmaktan farksızdır. Bu hal, en sefil bir idrak seviyesine yol açar. Bunun gibi, hasrete "özlem", nisbete "oran", hürriyete "özgürlük", medeniyete "uygarlık", mevzua "konu", cevaba "yanıt", fedakarlığa "özveri", ihtiyaca "gereksinme", haşmete "görkem", ferde "birey", seviyeye "düzey", samimiyete "içtenlik", vs. diyebilen bir kişi, en aziz ve basit halk mefhumlarını baltalamakla, akıldan yana budala, hisden yana odun, insaftan yana vahşi, milliyetten yana da piçtir; insandan başka her şeydir.
Sayfa 112Kitabı okudu
-"BOŞgörüye, HOŞgörü; HAKİKÂTi incitir..." -Salih Mirzabeyoğlu-
Reklam
KADER-ŞEHİD-YARATMAK...
- "Kötüye kullanılan din mefhumlarından başlıca üçü, "kader", "şehid", "yaratmak" tabirleri... Kader, Allah'ın kula tayin ettiği oluşlar, kulun ayağı altına çektiği raylar... Her işte böyle... Nefes almaktan, aya gitmeye kadar... İstikbal, gelecek, encam ve akıbet gibi anlamların üstündedir kader. Bir şahıs
Sayfa 124 - 125, 4.Levha, -Dil Şuuru-, Kader-Şehid-Yaratmak, İBDA YayınlarıKitabı okudu
"İnsanlara ahlâklı olun demek yetmez. Önemli olan, insanların ahlâklı olabilecekleri şartların temini ve gayrı ahlâkî olan sosyal gerçeklerin ve bozuklukların ortadan kaldırılmasıdır." | Salih Mirzabeyoğlu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.