En büyük beyinlerin silinmez ilk günahı denebilecek zihin tembelliğinin çarpıcı bir örneği olarak görünüyor; bu zihin tembelliği onları dilin telkin ettiğine edilgen biçimde boyun eğdiriyor. Hepimiz sözcükler ile düşünmeye öyle alışmışız ki sözcük işaret ettiği gerçekliği gözümüzden gizliyor. Sözcük tek, biricik olduğu için şeylerin de gerçekte bir olduğuna inanmaya sevk ediyor bizi.
Entelektüel çalışan için amaç, iradi dikkat enerjisidir; bu enerji kendini sadece çabaların gücüyle, sıklığıyla değil, özellikle tüm düşüncelerin çok net biçimde tek bir amaca doğru yönlendirilmesiyle ve istemlerimizin, duygularımızın, fikirlerimizin gerekli süre boyunca büyük ana fikre, üzerinde çalıştığımız hâkim fikre tabi kılınmasıyla gösterir. İnsan tembelliği bizi bu idealden hep uzaklaştırsa da, onu en eksiksiz bir biçimde gerçekleştirmeye yönelmeliyiz.
Dünyanın dört bir yanındaki insanlar Fransız Devrimi’nden bu yana eşitlik ve bireysel özgürlüğü temel değerler olarak görmeye başladılar, ki bu iki değer bile aslında birbiriyle çelişir. Eşitlik ancak daha iyi durumdakilerin özgürlüklerini kısıtlayarak sağlanabilir. Her bireyin tamamen istediği gibi davranabileceğinin güvencesini vermek kaçınılmaz olarak eşitliğe zarar verecektir.
Tarihte farklı toplumlar farklı hayali hiyerarşiler benimsediler. Günümüzde Amerikalılar için çok önemli olan ırk, sözgelimi ortaçağdaki Müslümanlar için görece önemsizdi. Kast, ortaçağda Hindistan'da bir ölüm kalım meselesiyken, modern Avrupa'da sözkonusu bile değildir. Neredeyse bilinen tüm insan toplumlarının hepsinde önemli bir yere sahip olan ise cinsiyet hiyerarşisidir. İnsanlar her yerde kendilerini erkekler ve kadınlar olarak ayırdılar ve neredeyse her yerde erkekler daha iyi durumdaydı, en azından Tarım Devrimi’nden bu yana.
Maalesef karmaşık insan toplumları, hayali hiyerarşilere ve adil olmayan ayrımlara ihtiyaç duyar. Elbette tüm hiyerarşiler ahlaken aynı değildir ve bazı toplumlar aşırı derecelere varan ayrımcılıklardan diğerlerine nazaran daha çok etkilenmişlerdir. Yine de araştırmacılar, ayrımcılığı ortadan kaldırmış hiçbir büyük toplum örneği veremiyorlar. İnsanlar toplumsal düzeni her seferinde, üstünler ve köleler; siyahlar ve beyazlar; asilzadelerle avamlar; Brahminler ile Şudralar veya zenginler ile fakirler olarak çeşitli hayali kategorilerle sınıflandırarak sağladılar. Bu kategoriler, milyonlarca insan arasındaki ilişkileri, insanları birbirlerine karşı yasal, politik veya toplumsal olarak üstün kılarak düzenledi.
Tarihteki ilk metinler felsefi bir düşünce, şiir, efsane, yasa, hatta savaş zaferinden bile değil, vergi ödemelerinden, borç birikiminden ve mülkiyet sahipliğinden bahseden sıkıcı ekonomik belgelerdi.
Ben soylu Kral Hammurabi. Tanrı Enlil tarafından benim korumama bırakılmış, tanrı Marduk tarafından rehberliğiyle görevlendirildiğim insanlığa karşı umursamaz veya ihmalkâr olmadım.
Mezopotamya’nın antik şehirlerinden, Qin ve Roma İmparatorluklarına kadar tüm iletişim ağları, “hayali düzenler”di. Bu sistemlerin sürekliliğini sağlayan toplumsal normlar, içgüdülere veya kişisel tanışıklıklara değil, ortak mitlere olan inanca dayalıydı.
Sanat niye bu kadar güzel? Çünkü yararsız. Hayat niye bu kadar çirkin? Çünkü amaçlardan, tasarılardan ve niyetlerden örülmüş. Bütün yollar bir noktadan diğerine gitmek için çizilmiş. Kimsenin gelmediği bir yerden kimsenin gitmediği bir yere uzanan bir yol için neler vermezdim.
Biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi. Evcilleştirmek (domestikasyon) Latincedeki domus (ev) kelimesinden türemiştir. Evde yaşayan ise buğday değil, Sapiens’tir.
Paraguay’da 1960’lara kadar yaşamış olan Ache topluluğu, avcı toplayıcılığın karanlık yüzüne ilişkin bir fikir verir. Saçsız doğan bebekler azgelişmiş kabul edilir ve hemen öldürülürdü. Kadınlardan biri, kabiledeki diğer erkekler başka bir kız çocuğu istemediği için ilk kızının öldürüldüğünü hatırlıyor.
Bir adam, küçük bir erkek çocuğunu "ağladığı ve mutlu olmadığı" için öldürmüştü. Bir başka çocuk da "komik görünüşlü olduğu ve diğer çocuklar ona güldüğü" için canlı canlı gömülmüştü.