Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Saniye Dakika

Saniye Dakika
@saniye_dakika
11 okur puanı
Mart 2018 tarihinde katıldı
"Önce kelime vardı." diye başlıyor Yohanna ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık. Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelime ile birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu.
Reklam
Canım Selim! Nasıl çırpınmışsın biryere tutunmak için: Burhanların ortasında neler hissetmişsin!
Kendini eleştirmenin, kendinden yakınma çerçevesinden de çıkması gereklidir diye düşünüyorum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ben, sadece namuslu olmakla öğünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için.
Kendini iyi tanımak
İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider.
Reklam
Kendi değerini eksiksiz bilen ve her an bu değeri, yeni şartların ışığında eleştirebilen bir kişi ne yapmalı, ne yapmalı diye bocalamaz. Düzenli bir çalışma düzeyine girebilmek için üç temel sorunu çözümlemek gerekir...
Üniversitedeki bir hocasının sözleri aklına geldi: her yapıda, alttaki bir tabakada yapılan küçük bir hatayı bile, onun üstüne koyacağınız iyi tabakalarla örtemezsiniz.
Gestapo üyelerinin bana zamanla belli bir saygıyla bakmaya başladıklarını hisseder gibi oldum. Ötekilerin hepsinin yıkılıp çözüldüklerini görmüş oldukları için, içlerinden belki de böylesine sarsılmaz bir direniş için gereken gücü hangi gizli kaynaklardan almış olabileceğimi sormaktaydılar.
İnsan bir şey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağırmaya başlayıncaya kadar düşünüyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız.
İnsan bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu ve onunla birlikte düşünceler de bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu, sürekli gidip geliyordu. Fakat sonuçta düşüncelerin de, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi takdirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlar da hiçliğe dayanamazlar.
Reklam
Tek tek her birimizi mutlak anlamda bir hava boşluğuna, dışarıya tümüyle kapalı bir odaya hapsetmekle, sonunda dudaklarımızın açılmasını sağlayacak baskının dayak ve soğuk aracılığıyla dışarıdan değil, ama iç dünyalarımızdan gelmesi amaçlanmıştı.
Bize hiçbir şey yapmadılar -sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz.
"Desem bin kere 'İnsanım!' kanan kim? Hem niçin kansın? Hayır... hürriyetin, hakkın masun oldukça insansın. Bu hürriyet, bu hak bizden bugün aheng-i sa'y ister: Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter..." Koca Âkif, daha o günlerde, bu günlere sesleniyormuş.
Sayfa 291Kitabı okudu
"《Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? 》 diyorlar. Gördüğüm: Yer yer, Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler; Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar; Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar; Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar; Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar; Tegallübler, esâretler; tehakkümler, mezelletler; Riyâlar; türlü iğrenç ibtilâlar; türlü illetler; Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar; Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar; Cemâ’atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar; «Gazâ» nâmıyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar; Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar; Emek mahrûmu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ..... Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum; Duyan yok, ses veren yok, bin perîşan yurda başvurdum. Mezarlar, âhiretler, yükselen karşında dûrâdûr; Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr! Derinlerden gelir feryâdı yüz binlerce âlâmın; Ufuklar bir kızıl çenber, bükük boynunda İslâm’ın! Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta; Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon cansa gırtlakta!" Mehmet Akif, bunları yazarken, "Ben böyle mi isterdim? Bu muydu benim görmek istediğim?" derdi. Elbette bu değildi. Onun istediği sadece : "Saadet, huzur, medeniyet, ilme inanç, refah... Kısaca alın teriydi." İnsanım diyebilmek için istenecek buydu.
Sayfa 291Kitabı okudu
Medine'de hemen hemen kapanmış, kuşatılmış bir durumda kalanların tek kuşkuları açlıktı.Etrafımızdaki Haydut dediğimiz asilerle yardımcılarından pervamız yoktu. Ne Çare ki, ekmek bulma güçlüğü boynumuzu büküyordu. Bu mübarek toprakta bol bol hurma yetişiyor. Ama, işte o kadar. Karın doyurmak başka bir şey bulmakta çekilmeyen güçlük yoktu. İşte bu halde bulunurken bir de baktık ki, gökten nimet yağıyor. Daha doğrusu bu nimeti farkına Fahrettin Paşa varmıştır. Yoksa bizlere kalmış olsaydı çekirge nimete saymak aklımıza bile gelmezdi. Şimdi Fahreddin Paşa bize ve bütün çevresindekilere bize şöyle anlatıyor: "Serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüysüzdür. Fakat serçe gibi kanatlı ve uçar ve yeşillliklerle beslenir.Serçe gibi huysuz, serçe kadar asabi, yediği şeyleri titizlikle intihar eder ve temiz ve taze şeyler yer...
Medine'den herkes ümitsiz, şikâyetçi idi. Memnuniyet duyan ve gülen yalnız sizdiniz. Bugün cepheler eğlenceli halini geçti. Artık Medine'nin boşalması ve fazla tek neferin bile Gazze ye gönderilmesi lazımdı. Siz bu boşaltma emrini alınca en bahtsız günleri geçirdiniz. Sultan Selim in astığı bayrağı bana elimle indirtmeyiniz! Medine için kaç asker feda edersiniz? Bir mi, bin mi, üç bin mi? Bana ne bırakırsanız bırakın, Ravza'nın kubbesi başıma yıkılmadıkça, merkadı mübareke hiçbir yabancıyı sokmam dediniz.
Sayfa 150Kitabı okudu