Geride bir anne, bir kadın ve bir çocuk bırakıyorum.
Pembe yanakları, iri siyah gözleri, kestane rengi uzun saçlarıyla çok sevimli, üç yaşında narin bir kız.
Son gördüğümde iki yıl bir aylıktı.
Böylece ölümümden sonra üç kadın oğulsuz, kocasız, babasız kalacak. Farklı türden üç öksüz; yasa açısından üç dul.
Haklı olarak cezalandırıldığımı kabul ediyorum. Peki bu masumların suçu ne? Ne önemi var! Onurları lekeleniyor, felakete sürükleniyorlar: Bunun adı ADALET.
Sevginin olduğu yeri terk etmek zorunda kalan korkudur. Çünkü sevgi, içinizi yiyip bitiren ne varsa hepsinden üstün gelecek kadar kuvvetli bir duygudur. Sevmek cesaret ister, sevgi cesurların bileceği iştir.
Biliyordum ki yaşam doğduğun an değil, korkuların öldüğü an başlardı.
Ve yaşamak içine ilmek ilmek işlenen korkuların zincirini parçalamaktı, başını göğe kaldırıp bulutların ardında kalan güneşi görmeyi beklediğin an duyduğun heyecandı. Ne kadar üzülsen de bu defa bitti, yolun sonundayım, ışıkları kapattılar, ben kayboldum, desen de dünya dönmeye devam edecekti. Biliyordum, belki o bulutlar hemen dağılmazdı ancak çok dikkatli bakarsan, nefesini tutup bıraktığın o ufak zaman diliminde bile onların hareket ettiğini fark ederdin.
İki kalp atışı arasındaki andı yaşamak.