Her şeyimiz, delikanlı, varımız yoğumuz ormandır bizim... Ormanı evimizden iyi tanırız, her ağaç bizim kahrımızı anamızdan çok çekmiştir. Köyümüz bir ormanın ortasındaydı, etrafını ağaçlar bir duvar gibi sarmıştı. Biz onun dışında da dünya olduğunu bilmezdik bile. Çocukken değneklerden yaptığımız kağnılara kuru yaprak doldurur, arabacılık oynardık. Daha sonraları babalarımıza yardım etmeye özenir, kaybolan deve torumlarını aramak için en sık yerlere dalardık. Orada kaybolmamız mümkün değildi. Hiç bilmediğimiz yerlerde bile sıkıntı çekmeden yolumuzu bulurduk. Kırık dallar, devrilmiş kütükler bize yol gösterirdi. Hem insan kendi evinde kaybolur mu? Büyüdükçe ormanın, bizim için daha başka şeyler olduğunu da anladık: Sırtımızı o giydiriyor, karnımızı o doyuruyor, evimizin kerestesini o veriyordu. Ormansız yaşamak!.. Bunu aklımıza getiremiyorduk bile...
Bizim gibilerin ailesi yoktur. Biraz paraları olduğunda hemen harcayıp bitirirler. Onları düşünen tek bir kişi bile yoktur bu dünyada ama biz öyle değiliz çünkü sen varsın benim yanımda ve ben varım senin yanında. Biz ikimiz hep birbirimizin yanındayız işte böylece bizi düşünen biri var bu dünyada...
Aslında, Profesör Travelyan'ın da işaret ettiği gibi, kadın odasına kilitleniyor, dayak yiyor, oraya buraya fırlatılıyordu.
Böylece çok garip ve karışık bir varlık çıkıyor ortaya. Hayal edildiğinde çok önemli; pratikte ise tamamıyla önemsiz.
Şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş, tarihte ise adı geçmiyor. Kurmacalarda, kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmediyor; gerçek hayatta ailesinin parmağına zorla yüzük taktığı herhangi bir delikanlının kölesi. Dudaklarından, edebiyatın en ilham verici sözcükleri, en derin duygularından bazıları dökülüyor, gerçek hayatta okuması yazması neredeyse yok, zor heceliyor sözcükleri ve kocasının malı durumunda.