Bu şehir seni hazmedemiyor oysa sensiz tadı yok sokağın,ağaçların,rüzgarın cümle şehrin..
Önce kokun geldi sonra sen. Sebebi,hikmeti nedir bilinmez,ama gelişini sevdim. Gelişin ne kadar sevince boğduysa bu yüreği, gidişin bir o kadardan da beter daralttı içimi...
İçim daralıyor Aşk. Vuslata umut taşıyan her bir şeyden uzağım. Gece ıslanıyor yanlızlığımla,bense titriyorum yokluğunda. Sessizliğe başım eğik,yüreğim buruk,ciğerim yanık katlanmak zorunda kalıyorum.
Yine ümitvarım. Ümit hüzünle el ele, diz dize imiş meğer. Kilitlendim. Zaman kör karanlığa kilitledi beni. Kilitlenmiş zamanımın anahtarı yok...
Seni içimde seviyorum. İçten seviyorum ama en içimdeki içten anlıyot musun ?
Aşk ehline kavuşmak cennet, ayrılmak cehennemdir. Ey kıyamet bakışlı, aşkın arada sırat köprüsü olmuştur da bilmezsin...
Ey gönlüm, sultanımın adını her kim sorarsa, işaretle gizlice ilk harfi "aşk" son harfi "aşk" de...
Ey Aşk!!!
Ey benim gece karanlığı çökmüş gönlüme,tan ağartısında sıcak süt nehri gibi akan sen !!!
Ey benim karanlık içimde, ışıksız gecelerimde sabab gibi hep doğan sen!!!
Bu gönlü fetheden sen , senden mahrum kalan ben !!!
Aynı yüzleri ve aynı hataların yapıldığını görmek ve buna rağmen sakin, anlayışlı kalmak oldukça zor. Bazen sesimdeki tahammülsüzlüğü kendim de duyabiliyorum.
Bir tanem,
Yine o yalnız anlardan biri. Radyoda kederli bir şarkı. Uzaklarda huzursuz bir hayvan gibi homurdanan şehir. Radyodaki şarkı özlemle dolduruyor geceyi. Gece tıpkı benim gibi iç geçiriyor.
Özgürlük yasak bana, sen yasaksın.
Anılarınla oyalıyorum kendimi. Özleminle onarıyorum. İyi ki özlemin varmış diyorum, yoksa dayanamazdım, ya aklımı
"Rasûlullah'a, daveti genel olarak yayma emri verildiği ve Kur'ân'dan, 'Önce yakın akrabalarını uyar' ayeti nâzil olduğu zaman, Rasûlullah Safâ tepesine çıkarak: 'Ey sabâha! (sabahın afeti)' diye bağırdı. Araplarda bu çağrı, tam sabaha karşı düşmanın bir kabileye hücum etmek için geldiği görüldüğü zaman yapılırdı. Çevrede, 'Bu ses kimindir?' diye sorulduğunda, 'Muhammed'in (s.a.) sesi!' cevabı verildi. Bunu duyan Kureyş'in bütün kabileleri koşarak geldiler. Gelemeyenler, kendi yerlerine bir temsilci gönderdiler. Herkes toplandığında Rasûlullah, her bir kabileyi 'Ey Benî Hâşim! Ey Benî Muttalib! Ey Benî Fahr!..' diye ismi ile çağırarak, 'Dağın arkasında bir ordu size hücum edecek desem inanır mısınız?' dedi. Oradakiler, 'Evet; çünkü biz senden hiç yalan söz işitmedik' dediler. Bunun üzerine Rasûlullah, 'Ben sizi ilerideki büyük azab ile uyarıyorum' dedi. Herkesten önce Ebû Leheb, 'Tebbe leke, hel li házá cema tena? (Kahrolası! Bunun için mi bizi topladın?)' dedi. Bir rivâyet de şöyledir: Ebû Leheb, Rasûlullah'a atmak için taş aldı."
Rivayet o ki; Tanrı, Âdem’den önce Havva’yı yaratmış.
Havva bir süre gezmiş, tozmuş... Ve en sonunda canı sıkkın bir halde Tanrı’nın huzuruna çıkmış. “Ey yüce Tanrım,” demiş. “Ben tek başıma çok sıkıldım . Birisiyle muhabbet etmek istiyorum .” Tanrı da, “Tamam!” diye seslenmiş ve devam etmiş: “Senin istediğin gibi olsun.
Sana bir eş göndereceğim. Ama peşinen de çok önemli bir tavsiyede bulunacağım. Şayet gelecekte başın ağrımasın istiyorsan, onu, kendisinin senden daha önce yaratıldığına inandıracaksın. Bunu başarırsan ömrün boyunca mutlu olursun. Yok eğer, ona ilk önce senin yaratıldığını hissettirirsen ölene dek mutsuz biri olursun ...”
kederli yuvalarındaki
soğuk ve suskun gözlerin
uyumuşlardı
söylenmeyenleri senden önce
bakışların diliyle söylemişlerdi
benden ve ben de saklı olan her şeyden
korkuyordun
kaçıyordun