"Ur kentinde telaşlı bir gün. Bir kişi yakılacak. Bir peygamber,
Padişahla peygamber karşı karşıya.
Madde gucüyle mana gücü karşı karşıya
Bir tiyatro oyunu bu galiba, ateş sahnesinde oynanacak...
Perde işini de alevler görecek."
Sezai Karakoç. Yitik Cennet, s. 56
Ve Kudüs şehri. İçiyle ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka aleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
Tanrı ışığı sönmez. Ancak, Allah, kimi zaman insanları uyarmak için, onlardaki bu ışığı kısar. Şiddetiyle onları sarsar. Anlarlarsa, bu onların kurtuluşu için yeter bir işarettir. Ama, aksi durumda, cezalanmış olurlar. Ceza da, aslında, insanın düzelmesi için köklü bir uyarmadır. Bu da yeterli olmazsa, o topluluklar, iyiler defterinden silinirler. Oluş aynasında, sınav tahtasının önüne gelen, denenecek yeni topluluklar görünür. Tarih dediğimiz, bu "ekranda görünme"nin zaman boyu sürüp gitmesidir.
Ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! Sana ışıklar ve aydınlıklar ne der? Ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin?