" Bunların ne kadarının yalan olduğunu nasıl bilecektiniz ki? Sıradan insanların artık Devrim'den önceki dönemden daha iyi durumda oldukları doğru olabilirdi. Doğru olmadığının biricik kanıtı, yüreğinizden yükselen o sessiz protesto, içinde yaşadığınız koşulların dayanılmaz olduğunu duyumsatan, eskiden böyle değildi herhalde diye düşündüren o sezgiydi. Winston birden, çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil, yavanlığı, donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti."
"Aklı çiftdüşünün dolambaçlı dünyasına kayıp gitmişti. Hem bilmek hem de bilmemek bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeğin ayırdında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak; mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığına hem de Parti'nin demokrasinin koruyucusu olduğuna inanmak; unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra birden yeniden unutuvermek: en önemlisi de, aynı işlemi işlemin kendisine de uygulamak. İşin asıl inceliği de buradaydı: bilinçli bir biçimde bilinçsizliği özendirmek, sonra da, bir kez daha, az önce uygulamış olduğunuz uykuya yatırmanın ayırdında olmamak."
"1984"e yorum yapmak ne kadar doğru bilemem, 1K kullanıcıları güzel yorumlarla etrafımı sarmış :)
"1984"ün her kelimesi ayrı bir ders gibi. Eserleri hakkında ne kadar çok tahliller yaparsanız, Orwell'in her düşüncesinde yeni anlamlar bulmak da o kadar farklılaşır.
Peki, hepimizin yaşadığı bu hayatın bir distopya olduğunu
"Bizim üniversitelerde milyonlarca öğrencimiz var ama biliyoruz ki okuyan yüzde birlerde. Çünkü biz orada da "mış gibi" yapıyoruz. Bizim hâlimiz "mış gibi" yapmak! Binayı dikmekle işi bitirdiğimizi zannediyoruz."
"Kitap oburu da olmamak gerekiyor. Yani illa her önüne geleni okumamak... Bu aslında dengeli beslenme dediğimiz şey. Bir insan hangi yaşta ne okuyacağını bilecek. Maksada matuf doğru eserleri bulmak önemli."
"Hasan-ı Basrî hazretlerinin evinde küçük bir hizmetçi, bir çocuk, on yaşında var yok, gece dua ediyor. Hasan-ı Basrî hazretleri işitiyor. Çocuk, "Ya Rabbi," diyor, "bana olan sevgin hürmetine beni affet." Hasan-ı Basrî, "Oğlum," diyor, "herhâlde yanlış söyledin. Allah'ın seni sevdiğini nereden biliyorsun?" "Biliyorum efendim. Bütün ecdadım, aile efradım imana kavuşamadan öldü. Bana ise iman nasip oldu. İman sevilenlerde olur. Beni sizinle, sevdiğiyle tanıştırdı, sizinle beraber etti, açık delil. Gecenin bu saatinde de beni huzurunda tutuyor, ibadet ediyorum; başka delile ne hacet?" Yavrum sen işi bitirmişsin, diyor hazret".
"Ahlak yaratılışla doğrudan ilgilidir. Yani ahlak, olması gereken, fıtratta mevcut olandır ve bugün Batı dillerinden iltibasla onu etik kelimesiyle karşılıyorsak da aslında bu hiç uygun değildir. Çünkü etik dediğimiz şey göstermelik bir disiplindir. Gözümün içine baka baka beni kazıklama da ne yaparsan yap, demenin adıdır. Hâlbuki ahlak, doğrudan doğruya öze dairdir; ortada kimse yokken, sizi tenkit etmesi muhtemel bir insan mevcut değilken bile sizi çekip çeviren, sizi bağlayan bir hâli vardır. Yani kendi başınıza ve yalnızken de bir ahlak ve bir edep söz konusudur. Bu, aslında Allah ile münasebetimizin tam karşılığıdır; Halik ile mahlukun münasebetinin adıdır ahlak. Allah ile arayı iyi tutmanın adıdır. Çünkü imanla müşerref birisi kalbinin, bütün duygu ve düşüncelerinin Allah tarafından bilindiğini bilir, mesele odur. İnsanı ahlaklı kılan da zaten budur. Kişi, başıboş olmadığını bilir; bu hem muazzam bir güven teşkil eder hem de insanı hizada tutar."