Uygarlığı övmek istediğimizde koca binalar ya da uygarlığa ilişkin olan zenginliği överiz. Uygarlığın bizi hasta ettiğini unuturuz. Hatta unuttuğumuzu bile unuturuz. Uygarlık kapitalizmle beraber gerçek yüzünü gösterir. Onun gerçek yüzü, savaşlar ve hastalıklardır. Aklın araçsallaştırılıp bir pazar ilişkisine dönüşmesidir. Herkes şikayetçi çünkü herkes hastalanmış. Hastalığının nedenini bile bulmaktan aciz bir uygarlık, tam da kapitalizme yaraşır bir sonucu ortaya koyar. Tüm ilişkiler salt değersiz ilkesizlikler üzerinden şekillenmiştir. Değer yitimi kendisini değer olarak sunar. Birçok insan ilkelerden bahseder,ilkesizliklerine kılıf bulmak için. Tarkovsky’nin Nostalji filminin final sahnesinde delinin Marcus Aurelius’un heykeli üzerine çıkıp aklı uyarması salt bir rastlantı değildi, uygarlığın krizinin sesiydi o ses.
Hastalığımızın nedenleri “toksik ilişkiler” gibi basit banal nedenler değil. Başkalarını suçlamak her daim işin kolayına kaçmak olmuştur. Hiçkimse de toksik denilen şeyin hepimizin ortak mirasının sonucu olduğunu bir deli gibi açık yüreklilikle ortaya koymuyor. Herkes şikayet edince ortada şikayet edilecek hiçbir şey kalmıyor. Günah çıkarma seansının ismi de “toksik ilişki” oldu.