İnsan yaşadığı yere benzer,
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer...
Suyunda yüzen balığa,
Toprağını iten çiçeğe,
Dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine...
Bir zamanlar uçsuz bucaksız doğanın görkemli gücü karşısında bacakları titreyen insanın burnu bir anda Kafdağı'na ulaşmış. Kendi kardeşlerini öldürdüğü yetmezmiş gibi, doğadaki öteki canlıları da yok etmeye başlamış: Toprağı kısırlaştırmış, suları kirletmiş, ormanları çöle çevirmiş. İnsanın bu yıkıcılığına yine insanlar karşı çıkmışlar. 'Böyle olmaması gerekir' demişler. 'Biz insanız, vahşetin yasalarına göre yaşamamalıyız. Geçmişte olduğu gibi hepimizin birlikte mutlu olacağı bir toplum kuralım." Gelgelelim, tiranların hükmettiği bir dünyada bunu ba- şarmak, çakıltaşlarıyla kale kurmaktan çok daha zormuş. Ama güzel günler düşleyen insanlar yılmamışlar; gün olmuş ellerinde kılıçlarla köleliğin zincirlerini parçalamışlar, gün olmuş uzayın derinliklerinde yeni dünyaların keşfine çıkmışlar, gün olmuş insanları güzelliğe çağıran resimler, oyunlar, şiirler, romanlar yaratmışlar. Her yol ayrımında, her dağın eteğinde yeni bir güçlük bekliyormuş onları. Bazen biraz yavaşlamışlar. Hatta durdukları bile olmuş. Bazen de yanlış yola sapıp yıllarca sahte bir ışığın peşinde dolaşmışlar ama her defasında yola yeniden koyulmuşlar. Yürüyüş hep sürmüş...