Bir süredir gotik edebiyattan bir şeyler okumak istiyordum. Aklımdaki,
Jane Eyre misali şato tarzı bir ev, çatıya kapatılmış bir ev sakini, yahut gizli saklı işleri olan bir uşak, geçmişi kazdıkça ortaya çıkan esrarengiz örtülü olaylar, hayaletli sihirli mihirli şeylerdi yahut
Bilge Kağan'la Kültigin'in Manevi Huzurlarında... Zaman her şeyi unutturuyor... Abdurrahim Kara koç'un, birbirlerine sevdalı oldukları halde kavuşamayıp başkasıyla evlenmek zorunda kalan maşukunu teselli eden aşığın diliyle "oğlun kızın olsun hele, unutursun Mihriba nim" misrasında anlatmaya çalıştığı gibi aşkları, sevdaları bile unutturuyor zaman. Kaldı ki günümüzde ne Leyla ile Mecnunlar, ne Kerem ile Aslılar, ne de Ferhat ile Şirinler var. Onun içindir ki zaman su misali kıvrım kıvrım akıp gi diyor.
"Ya huysuz birisi olmaya devam edecem ya da sahte gülücüklerle sizi kandırmaya."
Ne kadar tanıyoruz kendimizi veya ne kadarını tanıtıyoruz bir başkasına?
Bugün samimiyetle kendimi ifşalayacağım özel bir gün.
Yaparken ve düşünürken çok eğlendim. Adeta gözümün önünde süzüldü koskoca mazi...
Film şeridi gibi, belki film