— Bak yukarıyı bilmezsin sen... Ben bir gün çıkacağım oraya. Halam “Çıkacan tabii.” diyor. “Ama daha var, daha birkaç yıl var. Hele büyü, büyü de kalma buralarda,” diyor. Halam “Hayatını rezil etme kızım, bir namus derdine.” diyor.
Oğan, kızın gösterdiği yöndeki aydınlığa, uğultuya baktı.
Kurbağanın sesi durmuştu.
Üstteki seslerin canlılığı gittikçe belirginleşiyordu.
— Hani beni bayram olunca buraya getirecektin? Sen çıkarsan yukarı, beni buraya kimse getirmez.
— Benim yukarı gitmeme çok var daha. O zamana kadar kaç bayram geçer.
“... İşte o korku onun için cezadan beterdi, çünkü ceza dediğimiz şeyde bir kesinlik vardır; ağır olsun ya da olmasın, her ceza korkunç bir belirsizlikten ve zalim bir bekleyişten daha iyidir.”
“Bunlar benim adımlarım değil, okyanusun karşı kıyısındaki sağlam, dosdoğru giden emin adımlarım değil. Neden bir zamanların o çekingen ve ürkek, eski ceketinin üzerindeki tozları titreyen parmaklarıyla utanarak silkeleyen ve zile dokunmadan önce yeni eldivenlerini giyen o yirmi üç yaşındaki gence benzedim yine? Kalbim neden ansızın hızlı hızlı çarpmaya başladı, neden böyle cesaretsizim? Vaktiyle, bu bakır kapının ardında yazgımın beklediğini, beni sevgiyle ya da kötülükle kavrayacağını sezmiştim. Ama bugün neden böyle sindim, içimde kabaran bu huzursuzluk bendeki sarsılmaz ve kesin olan şeyleri neden yok ediyor?”
Sayfa 32 - Türkiye iş bankası yayınlarıKitabı okudu