...bütün bunlar senin gözünü boyamak amacıyla değil, medyayla ne derece haşır neşir olduğumu belirtmek içindi. Sizi kapınızdan alıp kapınıza bırakan şoförlü limuzinler; üzerinizde sıcak, nemli sesleriyle titizlenen mini etekli güzel kızlar; gözlerinde bir aşinalık ışıltısıyla bakan, sokaktaki insanlar (şu TV'deki herif değil mi?); çevrenizden övgüler yağdıran sesler (Tanrı'ya şükür, nihayet sözüne inanılabilecek biri çıktı); bütün bunlar, baştan çıkarmak üzere hesaplanmış şeylerdir. Aynı zamanda bir ilüzyondur, yapay olduğu kadar geçicidir de.
Baştan çıkarıcı olduğu kadar tehlikeli de olan, medyada boy göstermenin, insanoğlunun sorunları konusunda daha büyük bir bilgelik ve derinlere nüfuz eden bir görüş kazandırdığı düşüncesidir. Ben de, "anında görüntü" uzmanı, medya gurusu, Her-Şeyi-Bilen-Adam haline gelmek tehlikesindeydim. Tehlike çanlarının çaldığını gayet iyi ve berrak bir şekilde duyuyordum. Kendi rahatsızlığım, dostlarımda da başgöstermişti; medyada boy göstermemden kuşkulanmaya başlamışlardı. İçgüdüsel olarak Batı'ya karşı kuşku duyan bazı Müslüman dostlar, "Neden bu kadar sık çağırıyorlar seni?" diye soruyorlardı; "Neden 'düşman'la konuşuyorsun?" Birkaçıysa karamsar bir ifadeyle, "Sen de satıldın mı?" diye sordular. Müslümanların, sözcülükleri çoğu kez kendilerinden menkul, medyanın sahne ışıklarını paylaşmak istemeyen sözcüleriyse, işlerine karışan bir müdahaleci olarak gördükleri şeyden sinirleniyorlardı.
Sayfa 11 - Cep Kitapları, 1. Basım, 1995 (asıl basım 1992), Önsöz