Kitapları Fransızcadan çevrilen Batılı bir yazarın dilinden Doğuyu öğrendik. İtiraf etmeliyim ki pek çok cümle beni rahatsız etti. Doğuya dair özellikle Osmanlı'ya dair düşünceler kimileri için tarafsızlık olabilir fakat ben böyle düşünmüyorum. Öyleyse neden Amerika bu kadar övülmüş, o dönemde bile özgürlükler ve medeniyetler ülkesi olarak görülmüş? Osmanlı Devleti döneminde Ermeniler "millet-i sadıka" olarak nitelendirildiği halde ve birden fazla dilin, dinin, ırkın bir arada kardeşçe yaşayabildiği bir imparatorluk için bu düşünceler gerçekten üzdü. Yine de yazarın şahsi görüşüne saygı duyuyorum fakat fikrimi söylemeden de geçemeyeceğim.
Kitabın konusuna değinecek olursak babası Osmanlı hanedanına mensup İsyan Kitapdar'ın hikayesi konu ediniliyor. Başta eleştirdiğim mevzular nedeniyle konuya giremedim fakat konuya girdikçe kitabı çok sevdim. İsyan'ın üzüntüleri, mutlulukları, direnişi, aşkı ve hayal kırıklığı öyle güzel işlenmiş ki tam anlamıyla hissettim yaşadıklarını. Yazarın bu kadar bilgi verip hem de duyguları yansıtışı üstelik bu kadar az sayfalı bir kitapta bunu başarmasını takdir ettim. Umutsuzluğu ve bilinç kaybının insana getirdiği o puslu durumu yansıtması çok iyiydi. Ardından umuda ve geleceğe dair hayaller o karanlık durumu aydınlattı. Yazar şöyle ifade etmiş o durumu :
"Yarınlar ne kadar karanlıksa, yarından ötesi o kadar aydınlıktı." s. 121
İsyan ile beraber Adana'ya, Beyrut'a ve Fransa'ya gittim adeta. Kitabın sonunda aralarında bir diyalog olmasını isterdim fakat yine de kötü diyemem. Genel olarak kitabı beğendim.