Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Osmanlı yüksek komutanlığı, orduda hizmet veren Arap subayların söz konusu olduğu vakalar ile sivillerin söz konusu olduğu vakalar arasında önemli bir ayrım yaptı. İkinci Kanal Harekâtı için sürdürülen hazırlıkların hassaslığı nedeniyle, İstanbul, Arap subayları genellikle diğer bölgelere atamayı tercih etti. Fakat Arap eşrafına karşı yürütülen davaları çok daha güçlü bir şekilde takip etti. Fransızlar ile Suriyeliler ve Lübnanlılar arasındaki bir kumpasa ilişkin güçlü şüphelerini ispatlamak için fena hâlde kanıta ihtiyaç duyan Osmanlılar, Amerika Birleşik Devletleri’yle önemli münasebetlerini riske atacak kadar ileri gittiler. Osmanlı yetkilileri, ilk önce 1914 sonlarında Halep’te, ardından ise 1915 Eylül’ünde Beyrut’ta ve nihayet Kasım ayında Şam’da, savaşa girdiklerinden beri kapalı olan Fransız konsolosluklarının zorla içine girdiler. Hâlâ tarafsız olan Amerikalılar Fransız konsolosluklarının mühürlenmesine gözetmenlik etmiş, böylelikle her şeyin diplomatik değerlere uygun icra edilmesi için sorumluluk üstlenmişlerdi. Beyrut Valisi’nin talimatıyla hareket eden ve içlerinde Teşkilat-ı Mahsusa subaylarının da bulunduğu Osmanlı görevlileri, Amerikan konsolosluğu tarafından Fransız konsolosluğuna vurulan mühürleri 27 Eylül tarihinde kırdılar.
Eşref, Edirne’nin İttihatçı valisi Hacı Adil, Hariciye Nazırı Said Halim Paşa, Talat ve Enver Beylerle daha detaylı görüşmeler yaptı. Eşref, Enver’in manevi bir ıstırap çektiğini belirterek şöyle der: “Eğer ona kalsaydı, bize katılmakta tereddüt etmezdi.”78 Eşref, Trakya topraklarının ele geçirilmesi harekâtının devam ettirilmesini savundu. Kısa zamanda sadece bütün Batı Trakya’yı geri almaya muvaffak olmakla kalmayıp, aynı zamanda Doğu Makedonya içerisine de ilerleyebileceğini vaat etti. Kendisine yöneltilen soru şuydu: “İşgal etmeye muktedir misin?” Eşref ’in yanıtı kendinden fevkalade emindi: “İş meydanda.” Eşref sonrasını şöyle açıklar: “Enver bize yardım etmekten yanaydı. Hacı Adil, sanki bunu o tavsiye etmiş görünüyordu. Talat yapabilseydi bizi desteklerdi.” Görünüşe göre, Eşref gönülsüz bulduğu Enver’i yüz yüze özel bir görüşme yaptıktan sonra, Batı Trakya’daki harekâtın devam etmesi gerektiğine ikna etmeye muvaffak olmuştu. Akabinde, isimlerini sayarak bir grup adam talep etti. Listenin başında Süleyman Askerî yer alıyordu. Öteki isimler ise Lütfi Fatihi, Bandırmalı İlyas ve İskeçeli Arif ’ti. Bu adamların hepsi savaş esnasında sırtını güvenle yaslayabileceği Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarıydı.
Reklam
SÜLEYMAN ASKERİ
Trablusgarp’ta başlayan savaşlar serisi Askerî için hem mesleki hayatı açısından fırsatlarına hem de ölümcül kararlara dönüşecekti. Askerî, Libya’da ve bir kez daha Eşref ’le yan yana olacağı Balkan Savaşları’nda vereceği hizmetin ardından, Enver tarafından, Teşkilat-ı Mahsusa’yı yönetmek üzere seçilecek, fakat bu adanmış ve heyecanlı subay için her şey trajik bir şekilde sona erecekti. Askerî, bölgedeki cephe savunmasının genel idaresini ele almak ve İngiliz ilerleyişini durdurmak için Aralık 1914’te Irak’a gönderildi. Teşkilat-ı Mahsusa birimlerinin, düzenli kuvvetlerin ve kabile savaşçılarının entegrasyonunun sağlanmasını içeren, Irak’taki Osmanlı güçlerinin iddialı bir yeniden teşkilatlanma sürecinden ve Abadan yakınlarındaki petrol boru hattına taarruz etmek üzere güney İran’a akıncı gruplarının gönderilmesinin ardından Askerî’nin Irak stratejisi felaketle sona erdi. Sert yağmurlar ve üstün İngiliz ateş gücü Osmanlıların faaliyetlerine ket vurdu. Osmanlı kuvvetleri 14 Nisan 1915’te askerî personelinin yarısını kaybederek Şuayyibe’ye yöneldi. Hayatta kalanlar ise vaktiyle müttefikleri olan Arap kabilelerinin saldırısına maruz kaldı. Ağır yaralanan Askerî, başarısızlığının boyutunu fark ederek altıpatlarını şakağına dayadı. Tetiği çektiğinde sadece otuz yaşındaydı.
“Geçmişte Almanya'yı ve Il. Wilhelm'i Müslüman olarak nitelemiş olan Ömer Fevzi Mardin gibi eski Alman işbirlikçisi bir Teşkilat-ı Mahsusa istihbaratçısının, yıllar sonra bu kez de Amerika'yı Müslüman olarak nitelemesinde, tüm insanlığı ve Müslümanları Amerikan kamutası altında birleşmeye çağırmasında şaşılacak bir yan yoktu . İş, aynı işti: Müslümanları Hıristiyan Emperyalistlerin ve onları güdümleyen Siyonistlerin yayılmacı amaçları doğrultusunda ucuz askerlere dönüştürmek…”
Sayfa 336
Süleyman Askerî Bey’in, Teşkilat-ı Mahsusa başkanlığından Irak Cephesi’ne gönderilmesinin tek bir nedene bağlanması imkansızdır. Yaşanan birçok gelişme bu durumu adeta zorunlu kılmıştır
Sayfa 241 - Kronik Kitap
Rivayete göre (!) Beşiktaş Jimnastik Kulübü, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından, İstanbul'dan uzak beldelere gizlice silah sevkiyatı yapmak için kurulmuştur. Beşiktaş'ın ilk kulüp başkanının Fuat Balkan, ilk forma renginin kırmızı beyaz olması tesadüf olabilir. Şayet bunlar tesadüf ise, Pakistan devlet başkanı olan General Perves Müşerref Bey'in Beşiktaş hayranı olması da tesadüf kabul edilmelidir!
Reklam
Said Nursî’nin Eşref üzerinde nasıl bir etkisi olduğu açık değildir, fakat Eşref ’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki, pan-İslamist propaganda yapılmasına yönelik sonraki çabaları ikisi açısından müşterek bir odak ve faaliyet noktasıdır. Nihayetinde bunun için can attığı hâlde sultanın ilgisini çekmeyi başaramayan Said Nursî 1899’da Van’a döner. Daha sonra, 1907’de, şair ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olan Mehmet Âkif ve diğer İslamcı entelektüellerle tanışacağı İstanbul’a yeniden gelecektir. Bir sonraki yıl, aralarında Doktor Nâzım, Talat ve Ali Fethi’nin de olduğu Jön Türklerin bazı kilit isimleriyle tanıştığı ve “iyi geçindiği” Selanik’e geçmiştir.
424 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Önünüzde 18 saat var neler yaşayacağınızı bilmediğiniz bir zaman dilimi!!! Bana birkez daha evet geçmiş değil, gelecek değil an önemli dedirten bir kitap oldu... Dili çok sade, akıcı bir çırpıda okunuyor hiç yormuyor... okurken sakın kalemsizalmayın elinize onsekiz saat'i altını çizmediğiniz yer kalmayacak çünkü Her demden duygu ve konu var kitapta sadece beni erotizmin olduğu kısımlardaki argo ve müstehcen diye tabir ettiğimiz kısımların fazla açık bir dille kaleme alınmış olması rahatsız etti onun dışında çok keyif alarak okudum Gelelim konusuna; İstanbul Gümüşsuyu'nda bulunan Libya konsolosluğuna silahlı baskın düzenleyen 4 teröristin başarısızlıkla sonuçlanan eyleminin ardından güvenlik güçlerinden kaçmaya çalışırken sığınmak amacıyla bir binaya girmeleri ve bu bina da herşeyden habersiz mimarlık bürosu açılış kokteyli için bir araya gelen Nadir, Tolga, Özge, Jale, Berrak, Arzu, Bektaş, Paşa, Ganimet ve diğerleri ile kesişen yolları O yaşanılan onsekiz saatlik ⏳ günden sonra hiç birinin hayatı eskisi gibi olmayacak Teşkilat-ı Mahsusa'yı en iyi anlatan romanlardan biri diyor kitabın arka kapağında Cengiz Semercioğlu sırf bu bilgi için bile okunmaya değer... Kalemi değerli bir yazarla tanışmaktan ben çok büyük keyif aldım.
On Sekiz Saat
On Sekiz SaatErtürk Akşun · Destek Yayınları · 2019223 okunma
Eşref, İttihat ve Terakki Triumvirası’ndaki Cemal’den ayırt edilmesi amacıyla “Küçük” Cemal olarak anılan Mersinli Cemal Paşa’yla bu çerçevede temas kurdu. Küçük Cemal Paşa, Kanal Harekâtı’nı organize etmekle görevlendirilmiş olan 8. Kolordu’nun komutanıydı. Eşref, telgraf iletişimine getirilen yasağı protesto etmek için Küçük Cemal Paşa’ya yazdı. İletişim hatlarının mümkün olduğunca açık tutulmasının hem operasyonel hem de şahsi gerekliliğinden dem vurdu. Gönüllülerin komutanı olarak askerî vazifelerini icra edebilmek adına haber göndermesinin ve almasının elzem olduğunu ifade etti. Ayrıca arkada bıraktıkları ailelerinden haber alabilmelerinin ve ailelerini kendi sağlıklarından haberdar edebilmelerinin “düşman kurşunları karşısında yaşamlarını tehlikeye atan” kendisi ve gönüllüleri için hayati önem taşıdığından bahsetti. Komutandan, telgraflarını taşıyan bir binicinin her gün deve ya da atla gönderilmesine yönelik taleplerini karşılamasını istedi. Eşref için taktik bilgi akışı kritik önemdeydi. Artık neredey-se sürekli istihbarat ve keşif raporları alıyordu. Gözcülerinden gelen farklı bilgi parçalarını sentezliyor ve İstanbul’da bulunan Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî’ye göndermek üzere Kanal’daki genel duruma ilişkin raporlar oluşturuyordu.
Eşref Suriye’deyken, Fransızlarla birlikte Osmanlılara karşı kumpas planlayan yerel eşrafa ilişkin suçlayıcı deliller bulmak amacıyla, mühürlenmiş Fransız konsolosluklarına düzenlenen bir dizi baskının ilkinde yer aldı. Eşref ve Mümtaz, Teşkilat-ı Mahsusa hücrelerini hem sivil nüfus ve hem de Osmanlı subayları arasındaki isyan faaliyetlerini ortaya çıkarmak üzere organize etmekteydiler. Söz konusu operasyona bir sonraki bölümde yeniden değineceğiz. Fakat bu, Eşref’in aldığı talimatların daha konvansiyonel askerî görevler ile gayri nizamî operasyonları nasıl bir araya getirdiğine ilişkin farklı bir örnek teşkil etmektedir
Geri186
1.301 öğeden 1.291 ile 1.301 arasındakiler gösteriliyor.