İlahiyatçı Paul Tillich'in İMANIN DİNAMİKLERİ kitabını her fırsatta yeniden okurum ve bilinç düzeyime göre yeni bir şey fark ederim. Onun Protestan Hristiyanlıktan gelen eğilimi ilginç biçimde İslâm'ın İMAN kavramıyla birleşir. Diğer dinlerde de odak noktası seçme konusunda iman, aşağı yukarı aynı şeyleri söyler.
İnsanın tüm eyleminin, düşüncesinin, kaygısının, kutsalının dinamiklerine bakıp, imanda nihai odak noktası bulunabilir. Modern çağda "başarı" gibi, gerçekleştiğinde bile insanı tatmin etmeyen "iman" türü vardır. Çünkü nesneleri sonsuz / nâmütenahi / sınırsız değildir.
Paul Tillich; kaygıda odak noktasının sonu gelince, imanı boğan "iman"ı kabul etmiyor. Para, devlet, parti, önder, millet, makam, ideoloji, din ilh... İnsan perestliğe örnek olarak: İsa "Bana inanan, bana değil, beni YOLLAYANA uysun" diye uyarmıştır. (Kutsal başka, kutsalın taşıyıcısı başka şeylerdir.)
İnsanı iman kılığında hataya götüren İNANÇ, sorgulanmaya alınmazsa fanatiklik doğurur. Bunun için "İnanç, delil eksikliğini telafi aracıdır" denir. Fanatizmin tek ilacı ŞÜPHE. Bunun için Peyami Safa "Şüpheden doğmayan İMAN piçtir" der.
Son yıllarda Türkiye'de inanca karşı ANLAMLI bir reddediş yaşanmasını pozitif buluyorum. Din, devlete fazla yaklaştı. Teizm ve ateizm Anadolu'da altın dönemini yaşıyor. Demek ki bizim içimizde nihai odak noktasını, bir partiye / ideolojiye / din adamlarının keyfine kaptırmak istemeyen yurttaşlarımız varmış...