Kalmak, sinsi bir kaderin sahibinin eline tutuşturduğu intihar silahi gibidir; âcizyyetin doruklara ulaştığı bir hiçlik hali. Rüyasında bir kötürümün uyanışı kadar ağır ve kaçışı imkânsızdır.
(...)
Adile iflah olmaz bir kalanıydı bu kasabanın ve hatta yaşamın, kıpırtısız yol almayı en iyi bileniydi belki dünyanın.
"Doğuştan mıdır bu suskunluğu?"
"Öyledir herhalde, bilnmez ki be Vasil, belki de onunki daha iyidir... Hani duymayınca... Ne bileyim işte... Şu kasabada aynı dili konuşuyoruz da ne oluyor herkes düşman ötekine."
"Ne garip değil mi? Ömrün tek bir çizgi üstünde sağa sola sapmadan öylece dosdoğru gidecek sanırken sen, koca hayat en olmadık anda karşına dikenli bir gonca gül çıkarıyor; ya çizgiyi bozmayacak ama etini çizdireceksin ya da kendine bir yamuk çizip oradan gideceksin."
(...) Çünkü onlar kasabanın çöpünü yüklenen iki günah keçisiydi; araba ne kadar ağırlaşır ne kadar zor itilirse, kasabalının vicdanı o denli hafiflerdi, kem gözlerini gönül rahatlığıyla batırabilirlerdi böylece.