Türkçülerin Anadoluculuğa yaklaşımının zaman zaman değişiklik arz ettiğini görmekteyiz. Anadolucularla sert polemiklere girildiği gibi onlarla Türkçülerin asgarî müşterekte, Türkiye’nin kalkındırılması ve “Komünizm karşıtlığı” paydasında, buluştukları için işbirliği yapılması gerektiğini öne sürenler olmuştur. Orkun (1950- 1952) yazarı Lütfü Önsoy da bunlardan biridir. Ona göre Anadolucular, Türkçü- Turancıları “yanlış” anlamaktalardı. Anadolucular Türkçülere “Anadolu’da kalkındırılacak onca insan, imar edilecek onca yer varken Turan’da ne işimiz var” diyorlardı. Bu hususta Anadoluculara hak veren Önsoy, Türkiye’nin kalkındırılması konusunda Türkçülerle Anadolucuların hemfikir olduklarını belirtiyor ve “Türkiye kalkındırıldıktan sonra Anadolucuların işinin bittiği, Turancıların ise yola devam ettiğini” söylüyordu. Turancıların işi ise “tutsak” Türk illeri kurtulunca tamamlanacaktı. Bu bağlamda Türkçülerle Anadolucular arasında esaslı farklar görmeyen yazara göre iki grubun birlikte yürümeleri ve işbirliği yapmaları bir zaruretti
Atsız tarafından Bozkurtların Ölümü’yle tekrar “alevlendirilen” Çin düşmanlığını “tatmin” etmenin en kolay yollarından biri bu savaştı. Bir diğer düşman ise Rusya idi. Rusya ise hem milyonlarca Türk’ü “esir” tutuyor, hem de Komünizmin bayraktarlığını yapıyordu. İşte bu iki düşmana birden savaşmanın tek yolu Kore’deydi. Bununla beraber, 1950’lerde yeni yeni ittifak kurulan Batı’ya ve ABD’ye olan güven de çok yoğundu. Komünizmi “bitirecek” yegâne kuvvet olarak bunlar görülüyordu. Komünizmin bitmesi demek, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türklerin bağımsız olmaları demekti. Fakat Türkçüler yanıldılar. Koreliler ile Türkleri aynı kökene bağlamak ve Kore Savaşı’nı Malazgirt, Sakarya, Dumlupınar gibi savaşlarla karşılaştırmak gibi romantizm içeren söylemler 1960’lardan sonra yerini daha objektif değerlendirmelere bıraktı. Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli etken Kıbrıs meselesiydi. ABD, Vietnam’a asker çıkarırken, Türklere yönelik Kıbrıs’ta meydana gelen katliamlara sessiz kalıyor, Kore’de kendisine destek veren Türkiye’nin yanında durmuyordu.
Reklam
bazıları NATO’nun işlevinden ve Türkiye’nin bu ittifaka dâhil edileceğinden pek ümitli değildi. Yazdıklarından, cephede birlikte savaşılan devletlere açık bir güvensizlik seziliyordu. Onlara göre NATO, Komünizme karşı medeniyet âleminin müdafaası için değil, İngiltere ve Fransa’yı korumak için kurulmuştu. Eğer Sovyetler bu iki devlete saldırırsa ABD bunlara yardım edecekti. Ancak Türkiye’ye bir Rus saldırısı olursa Türkiye’ye yardım etmek bu devletlerin işine gelmezdi. Abdülhâdi Toplu’ya göre de, NATO insanlığın hak ve hürriyetini korumak için kurulmamıştı. Bir bölgeye münhasırdı. Böyle olunca da yeni bir dünya savaşını önlemek şöyle dursun çıkmasına bile zemin hazırlayabilirdi. O halde yapılması gereken Türkiye’de millî cepheyi kuvvetlendirmek ve yakın çevredeki milletlerle işbirliği yapmaktı.Kore Savaşı 1953 yılında sona erdi. Peki, Türkçülerin romantizmi sürüyor muydu?
Türkçüler, her ne kadar romantik yaklaşsalar da, Türkiye’nin Kore Savaşı’na NATO’ya girmek için katıldığını biliyorlardı. Fakat bazıları NATO’nun işlevinden ve Türkiye’nin bu ittifaka dâhil edileceğinden pek ümitli değildi. Yazdıklarından, cephede birlikte savaşılan devletlere açık bir güvensizlik seziliyordu. Onlara göre NATO, Komünizme karşı medeniyet âleminin müdafaası için değil, İngiltere ve Fransa’yı korumak için kurulmuştu. Eğer Sovyetler bu iki devlete saldırırsa ABD bunlara yardım edecekti. Ancak Türkiye’ye bir Rus saldırısı olursa Türkiye’ye yardım etmek bu devletlerin işine gelmezdi.
Türkçüler için Kore Savaşı kutsaldı, orada ölenler şehit sayılacaktı. Demek ki bu savaşta ülkenin çıkarı vardı. Yani kısaca Kore’ye gönderilen Türk askeri, Türkiye’yi Kore’den koruyacaktı. Üstelik bu savaşta sadece Türkiye’nin çıkarı yoktu. Bazı Türkçüler olaya daha geniş kapsamlı bakıyorlardı. Kore Savaşı’na katılmakta sadece millî menfaatler değil, insanlığı ilgilendiren menfaatler de vardı. Mehmetçiğin oraya gitme amaçlarından birisi de “mazlumun hakkını zalimin elinden almak”tı. Ayrıca savaşın bir tarafının Sovyetler Birliği olması hasebiyle bütün insanlığın ve medeniyetin çıkarını korumak için “insanlığa, mukaddesata ve medeniyete düşman olan Moskof”a karşı savaşılmalıydı
Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılması konusunda Türkçülerin objektif olabildiklerini söylemek zordur. Zira savaş, Türkçülere göre, “idealize edilmiş bir Türk tipi” için “kutsal” bir eylemdir. “Düğün”dür, olması gerekendir. Türkçülerin Kore Savaşı’na bakış açıları da bu minval üzerinedir. Nejdet Sançar da bu konuya temas etmekte ve Kore’ye gidecek ve orada kanını akıtacak olan Türk’ün, Sakarya’da kan döken Türk kadar “millî kahraman” olduğunu söylemektedir. Çünkü bu savaş millî menfaatler taşımaktadır ve bu sebeple de “mukaddes”tir. Savaş mukaddesse, savaşa katılanlar da ya “şehit veya gazi” olacaklardır. Türkçüler, Kore’de ölen Türk askerlerinin “şehit” sayılamayacaklarını iddia edenlere de bu sebeple, nerede ve kime karşı olursa olsun savaşın kutsiyeti sebebiyle şiddetle karşı çıkmışlardır. Onlara göre, “vatan için canını veren kahramanlar bu fedakârlıklarını memleketten uzak yerlerde yaptıkları için şehit sayılmayacaklar da hayatlarını murdar şeflere harcayanlar mı şehit sayılacaktı?” Bu sorunun cevabı, hayır olsa gerektir. Türkçüler için Kore Savaşı kutsaldı, orada ölenler şehit sayılacaktı. Demek ki bu savaşta ülkenin çıkarı vardı.
Reklam
92 öğeden 71 ile 80 arasındakiler gösteriliyor.