Ne güzel gün! Uçsuz bucaksız, park, güneşin yakıcı gözü altında kendinden geçiyor, Aşkın egemenliği altında gençlik gibi.
Nesnelerin evrensel esrimesi hiçbir gürültüyle anlatmıyor kendini; sular bile uyumuş gibi. Sessiz bir eğlence var burda. İnsan şenliklerinden çok farklı
Gittikçe büyüyen bir ışık, nesneleri gittikçe daha çok parlatıyor sanki, sanki fışkırmış çiçekler renklerinden güç alarak göğün mavisiyle yarışa çıkmak isteğiyle yanıp tutuşuyorlar, sıcak da kokuları gözle görülür bir duruma sokarak onları dumanlar gibi güneşe doğru yükseltiyor sanki.
Bu evrensel sevinç içinde üzgün bir yaratık gördüm gene de.
Kocaman bir Venüs’ün ayakları dibinde, şu yapay delilerden, Sıkıntı ya da Pişmanlık yakalarına yapışırken görevleri kralları güldürmek olan şu gönüllü maskaralardan biri, parıl parıl bir gülünç giysi içinde, başında boynuzlar, ziller, ayaklığın dibine büzülmüş, yaşlarla dolu gözlerini ölümsüz Tanrıçaya doğru kaldırıyor.
Şöyle diyor Tanrıçaya sözleri:. – “İnsanların en bayağısı, en yalnızıyım, aşktan da, dostluktan da yoksunum, en ilkel hayvandan bile geriyim bu konuda. Ama ben de ölümsüz Güzelliği anlamak ve duymak için yaratıldım! Ah! Tanrıça! kederime, taşkınlığıma acı!”
Ama amansız Venüs mermer gözleriyle uzaklara, kim bilir neye bakıyor.
Gökteki seyyar yıldızlar yani gezegenler yedidir. Bunlardan Ay birinci gök tabakasında, Utarit (Merkür) ikinci tabakada, Zühre (Venüs) üçüncü tabakada, Güneş dördüncü tabakada, Merih (Mars) beşinci tabakada, Müşteri (Jupiter) altıncı tabakada, Zühal (Satürn) yedinci tabakadadır. Diğer yıldızlarsa sabit yıldızlar diye adlandırılırlar. Astronomi âlimlerine göre bunlar, sekizinci gök tabakasındadırlar ki oraya Kürsi denilir. Birçok müteahhirin ulema sekizinci feleke, Kürsi adını vermişlerdir. Diğer âlimler ise, bütün yıldızların Dünya semasında olduklarını söylemişlerdir. Bunların üst üste olmasına herhangi bir engel yoktur. Not: İbn kesir'in bahsettiği ve Kuran'ın evren modeli olarak alınan bu görüşün, bilimsel gerçeklerle karşılaştırmalı olarak detaylı incelemesini Cafer Akkaya'nın ''İlk ve Son Tanrı Hz Akıl'' adlı kitabında bulabilirsiniz.
Bize uzayda seyahat imkanı sağlayan kanatlarımız ve farklı bir solunum organımız olsaydı bile, başka evrenleri tanıyamazdık.
Çünkü sahip olduğumuz duyularla Mars'a, Venüs'e gitsek de, orada göreceğimiz her şeyi bu duyular yeryüzündeki nesnelere benzetirdi.
Tek gerçek seyahat, yeni yerlere gitmek değil, başka gözlere sahip olmak, dünyayı bir başkasının, yüzlerce başka kişinin gözleriyle görmek, her birinin gördüğü, her birinin içerdiği yüzlerce dünyayı görmektir.
Marcel Proust
Yayınevinin kendi açıklayıcı yazısı bir inceleme niteliğinde olduğundan kitap üzerine genel bir inceleme yazmayı gereksiz buldum. Diyebileceğim tek şey bu kitaptaki Charlie Johns'un Ledom'a olan yabancılığını ve oradaki yalnızlığını ben, ilkel bir erkek olarak çok iyi anladım. Lanet olsun cinsiyetlerin olmadığı, çocukları ilah yapmış, ruhsuz Ledom'a!1
<<Anlaşıldı, siz de o düşlerinin erkeğini arayan histerik, zavallı dişilerden yanasınız; o uyurgezerler, erkeğin hası nasıl olur bilmezler. Acılar ve gözyaşları içinde Hıristiyanlık ödevlerinde de kusur ederler. Aldatarak, aldanarak her Allahın günü ararlar, seçerler, yine cayarlar. Hiçbir zaman ne mutlu olabilirler ne de mutlu kılabilirler.