Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hayatımız göçebe olduğu halde hafızamız yerleşiktir.
“...insanları değiştiren zaman, onların içimizde sakladığımız suretlerini değiştirmez. Hafızamızda taptaze kalan şeyin hayatta o tazeliğe bir daha asla sahip olamayacağını anladığımızda, bize içimizde son derece güzel görünen, onu tekrar görmek için kendine has, şiddetli bir arzu uyandıran şeye kendi dışımızda ulaşmak için, onu aynı yaşta bir insanda, yani bir başka kişide aramak zorunda olduğumuzu kavradığımızda, insanların başkalaşımıyla hatıranın sabitliği arasındaki zıtlık bize müthiş bir ıstırap verir.”
Reklam
112 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Her zaman ki yaptığım gibi bi eseri okumadan evvel yazarı okurum. Böylelikle hem kitabı hem yazarı daha kolay idrak edebiliyorum. Yazar hakkında araştırma yaparken öğrendim ki Türk yazar ve gazeteci olan Peyami Safa'nın ismi Tevfik Fikret tarafından konulmuş. Server Bedi takma adıyla romanlar yazan Peyami Safa hiç kuşkusuz Türk edebiyatının
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 2022102bin okunma
İnsanlar bizim unutuşumuza bağlı olarak gelişirler. Hatta bazen onları başka kişilerle karıştırırız. (...) Bir insanın bize yaptığı kötülükleri, kusurlarını, el sıkışmadan ayrıldığımız son görüşmemizi unutur, buna karşılık, gayet iyi anlaştığımız daha eski bir görüşmemizi hatırlarız.
...bazı kusurlar ve meziyetler belirli bir insandan çok o insanın hayatının sosyal açıdan belirli bir dönemine özgüdürler.
Bazen her şeyin bitmiş gibi göründüğü bir anda, bizi kurtarabilecek bir uyarı gelir; hiçbir yere açılmayan bütün kapıları çalmışken, yüz yıl boyunca nafile aradığımız, istediğimiz yere açılan yegâne kapıya bilmeden çarparız ve kapı açılır
Reklam
... insanları değiştiren zaman, onların içimizde sakladığımız suretlerini değiştirmez.
"Bazen her şeyin bitmiş gibi göründüğü bir anda, bizi kurtarabilecek bir uyarı gelir; hiçbir yere açılmayan bütün kapıları çalmışken, yüz yıl boyunca nafile aradığımız, istediğimiz yere açılan yegâne kapıya bilmeden çarparız ve kapı açılır.."
...hiçbirimiz kendi görüntümüzü, kendi yaşımızı görmeyip, hepimiz karşımızda bir ayna varmışçasına, karşımızdakini görüyorduk. Hiç şüphe yok ki, birçok insan, yaşlandığını keşfettiğinde benim kadar üzülmüyordu. Ama her şeyden önce, yaşlılık da ölüm gibidir. Bazıları ikisine de kayıtsız kalır; diğerlerinden daha cesur oldukları için değil, hayalgüçleri daha zayıf olduğu için.
Hayatımın tek bir saati yoktur ki, bana sadece kaba ve yanlış algılamanın her şeyi nesneye yüklediğini, aslında her şeyin aksine, zihinde olduğunu öğretmiş olmasın.
Reklam
Yazarken titiz davranır, en ufak ayrıntıları inceler, doğru olmayan her şeyi ayıklarız. Ama yaşarken, yalanlar uğruna mahvolur, hastalanır, ölürüz.
"Sen buralı değilsin herhal. Esir treni geliyor."
"Esir treni mi?" "Esir treni ya. Sen nerelisin?" "Tebrizliyim." Adam dudak büktü, Settarhan'ın dünyadan habersiz biri olduğuna hükmetmişti. Kısaca anlattı. "Osmanlı askerleridir bunlar, Kafkascephesinde Ruslara esir düşen askerler. Trenlerle Bakı açıklarında Hazar Denizi'ndeki yılanlı Nargin
Bize acı çektiren her insan, bizim kendisine atfettiğimiz tanrısal bir varlığın kısmi bir yansıması ve en alt basamağıdır; ikisini bağdaştırdığımızda bu tanrısal varlığı (Fikri) seyrederken, daha önceki ıstırap, yerini bir anda mutluluğa bırakır. Yaşama sanatı, bize acı çektiren insanları, tanrısal biçimlerine ulaşmamızı sağlayacak bir basamak gibi kullanmak ve böylece hayatımızı mutluluk içinde, tanrısal varlıklarla donatmaktır.
“...zihnin tam aydınlıkta doğrudan kavradığı gerçekler, hayatın biz istemeden, bir izlenim aracılığıyla ilettiği, duyularımız aracılığıyla içimize nüfuz ettiği için somut olan, ama zihinsel anlamını da çıkarabileceğimiz gerçekler kadar derin ve zorunlu değildir.”
Kayıp Zamanı Yakalayan Benlik Bu sefer bana mutluluk veren çeşitli izlenimleri birbiriyle karşılaştırarak bu mutluluğun sebebini tahmin etmeye başlamıştım; hepsinin ortak özelliği, tabağa çarpan kaşık sesini, döşeme taşları arasındaki yükseklik farkını, madlenin tadını, hem şimdiki anda, hem de uzak bir geçmişte hissetmemdi; o kadar ki, geçmiş, şimdiki zamana el koyuyor, hangisini yaşamakta olduğum konusunda beni tereddüte düşürüyordu; aslında, bu izlenimlerden haz duyan benliğim, izlenimin hem geçmişteki bir günde, hem de şimdi sahip olduğu ortak özellikten, zamandışı oluşundan haz duyuyordu; bu benlik, sadece şimdiki zamanla geçmiş arasındaki bu özdeşlikler sayesinde, yaşayabileceği yegâne ortamda bulunabileceği ve nesnelerin özünü tadabileceği zaman, yani zamanın dışında ortaya çıkıyordu. Bilinçsiz olarak küçük madlenin tadını tanıdığım anda ölüm konusundaki endişelerimin dağılması bu şekilde açıklanabilirdi, çünkü o andaki benliğim, zamandışı bir benlikti, dolayısıyla gelecekteki değişimlere kayıtsızdı. Bu benlik sadece nesnelerin özüyle besleniyordu ve hayal gücü işin içine girmediği için duyuların bu özü kendisine sunamadığı şimdiki zamanda besinini sağlayamıyordu; eylemin yöneldiği gelecek, bize bu özü bağışlar. Bu benlik, sadece ve sadece eylemin, anlık hazzın dışında, bir benzerlik mucizesi sayesinde şimdiki zamandan kurtulabildiğimde belirmiş, kendini göstermişti bana. Hafızamın ve zihnimin asla başaramadığı şeyi, eski günleri, kayıp zamanı yakalamamı, bir tek bu benlik sağlayabilirdi.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.