Mesela her sabah, kahvaltıda, çaydanlıktaki yansımamı izliyorum: Suretimin kafası, gövdesine göre üç kat daha büyük; sürekli sağa sola dalgalanıp duruyor. Sevimsiz bir tip. Günaydın bile demi yor ama çaya kaç şeker attığımı biliyor. O benden sıkılıyor, ben de ondan. Ne diyebilirim; ben ile kendim arasında derin bir sessizlik var. Birlikte, bir çeşit ağırlaştırılmış yalnızlık yaşıyoruz. Aramızda ki gerilim, sadece kötü havalarda ve geç saatlerde biraz hafifleyip çekilir hale geliyor. Sırf bu nedenle, mümkün olduğunca uyumuyorum. Yani yalnızlık denen nane, öyle şarkılarda anlatıldığı gibi insanın üstüne gece vakti çökmüyor. Tam tersine gece vakti seyreliyor yalnızlık, hazmı kolaylaşıyor. Zor olan, güneşin parladığı öğle vakitleri, öğleden sonraları, pazar sabahları, cıvıl cıvıl piknik yapılan ikindiler... Geceler güzel. Bu arada hava da iyice karardı. Oh be!
Sabahın erken saatlerinde öğlenlerin, akşamların, gecelerin aksine herkes yalnızdır. Misal, öğlenleri bir yalnızlık vakti değildir, öğle tatillerinde insanlar arkadaşlarıyla yemek yerler. Akşamları ve geceleri de öyle, işten veya okuldan çıkan insanlar arkadaşlarıyla, sevgilileriyle veya eşleriyle buluşurlar.Bütün tekiller apar topar çoğullaşır. Oysa sabahın erken saatlerinde herkes yalnızdır. Tek başlarına yürür, kendi kendilerine konuşurlar. Kimsenin elini tutamaz, kimseyle karşılıklı gülüşemezler. Sabahın o saatlerinde herkes kimsesiz, herkes yalnız, herkes Mitat'tır.
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acayip, kuşların hâli.
Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
- Akşam üstüne doğru, kış vakti -
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
ÖLÜME YAKIN
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acayip, kuşların hali.
Bakma fakirimişim, kimsesizmişim;
Akşamüstüne doğru, kış vakti
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik ne gördük şu fâni dünyada
Kötülükten gayri?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
Günlüklerini tekrar okuduğun zaman “hep aynı insan, hep aynı şikâyetler” diyordun, neydi bu şikâyetler, hep yalnızlık mı?
Tam bilemiyorum… Çocukken “ben” demekte çok zorlanıyordum. Hep “siz” diyordum. Annem, “niçin ‘ben’ demiyorsun” diyerek beni azarlıyordu. Ya siz diyordum, ya da “gidiliyor”, “geliniyor”, “hissediliyor” gibi belirsiz özne kullanıyordum. İnsan yatılı okulda, herkes uyurken kendini çok yalnız, zavallı hissediyor. Uykusuzluktan yorgun düşsem de daha büyük kızlarla etüde kalıyordum ve kendimi ölü bir çantaya benzetiyordum. Tekrar okuduğumda, bana çok melodramatik geldi. Öyle yazmışım, “ölü çanta”. Ve o günlerdeki bütün günlükler, hüzünlüyken yazılmıştı. Dolayısıyla, insanın kendisiyle ilgili iyi bir intiba uyandırmıyor. İnsan neşeliyken, yazmaya vakti olmuyor. Dolayısıyla sadece acıklı, sefil düşünceler, hisler, intibalar…