"Berlin'de, ya da Londra'da iki gün önce rastladığım bir kadının koynunda geçirdiğim dakikanın (çılgınca sevdiğim dakikanın, neredeyse aşık olacağım kadının) da sona ereceğini bilirim. Birazdan, başka bir ülkeye gitmek üzere yola çıkacağım. Bu dakikayı da, bu kadını da bulamayacağım bir daha. Her saniyenin üzerine titrer, her birini emip bitirmek isterim. Hiçbir şey gözümden kaçmaz. Her şeyi unutulmaz bir biçimde yerleştiririm gönlüme. Ne o güzelim gözlerin kaçamak sevecenliğini, tatlılığını, ne sokağın gürültüsünü, ne de nerdeyse ışıyacak günün aldatıcı aydınlığını gözden kaçırırım. Ama dakikalar yine de, geçip gider. Durduramam onları. Geçip gitmelerinden hoşlanırım."
Zamanın ta kendisi bu; hem de çırılçıplak zaman. Ağır ağır varoluyor, bekletiyor insanı. Ama ortaya çıktığı zaman canınızı sıkıyor. Çünkü çoktan beri orada bulunduğunu anlıyorsunuz.