1940'lar, İzmir'in Köstencesi...
Ülkemizin endüstriyel değişim dalgası, tek dilekleri o gün açlıktan ölmemek olan Köstencenin dalyancılarını da vurur. Yüzyılların adeta kutsallaşmış avlanma yöntemlerine sırt çeviren yenilikçiler büyük umutlar vaadederek köylüleri de ikna eder. Yunus balıkları ve dolayısıyla dalyancılar için ölüm makinesi haline gelecek bir yağ fabrikası kurarlar.
Değişimin getireceği felaketi ön gören bir avuç köylü türlü haksızlık ve ihanetlere kurban giderken , İşin sonunda zenginler daha zengin olup vaadettikleri umutları da köylüleri de terkedip gidince hiç görülmemiş yoklukla karşılaşan köylüler ya bu yokluğa boyun eğmiş ya da Köstence'den İzmir'e kaçmakta bulmuştur çareyi.
"Düzenin kestiği parmak acır mı?
Çok acımış.
Çok kanamış."
Ne demişti Deli İbram:
"Nerede o ballı börekli hayat? Balık olsan yüzer kaçarsın, leylek olsan uçar gidersin. Sen kızılca Köstence'de yaşayan bir Adem babasın. Doğumun kan, hayatın kan üzere. Var mı öyle rahatlık? Kaldı ki denizdeki balığın, havadaki kuşun bile kurtuluşu yok bizden."
Günümüz hikaye yazarlarına karşı önyargımı yıkan bir kitap oldu bu. Klasik kitap tadı veriyor, dili bizi gerçekten de 1940-1950li yılların Köstencesi'ne götürüyor. Yazarı tanıdığıma çok sevindim. Diğer kitaplarına da mutlaka bakacağım