İşte böyle masa başında oturup geçmişteki hayat anlatılır, geçmiş zaman tekrar tekrar yaşanır, ömür aynı noktaya sürtüle sürtüle yıpratılır. Bir oyun, biraz içki, biraz hikâye, zaman zorla doldurulur...
“Ben edebi sayılacak hiçbir eser yazmadım. Çünkü benim eserlerimin çoğunu yazdığım sıralarda, memlekette edebiyattan anlamayanlar nüfusumuzun bila-mübalağa yüzde doksan dokuzunu teşkil ediyordu…Edebiyatı Hamit’lere, Ekrem’lere, yani erbabına bıraktım. Fakat ne yalan söyleyeyim, eğer elimde olsaydı, onları da, o devirde ‘edebiyat’ yapmaktan men ederdim.”
Tezellülden ümit ettiğiniz fayda nedir? Toprak daima payimal olur; hiç avucuna alıp başına koyan var mıdır? Solucan daima yerlerde sürünür; hiç birini kaldırıp da kafeste besleyen görülmüş mü? Kimin eteğini öptünüz de ağzınız lezzet doldu? Kimin ayağına kapandınız da başınız göğe erdi?(...)
Fuzuli'yi okumadan, Leyla ve Mecnun'u bilmeden, aşk şiirlerine meraklıyım, onları severim diyorsanız, beni inandıramazsınız. Edebiyatı bir bütün halinde algılayamayan birinin her zaman zevk eksikliğinden şüphelenirim.
Doğan Hızlan
Aşk derdiyle-hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.
(Hekim! ben aşk derdinden hoşnudum, bana ilaç verme.
Beni öldürecek zehir, senin verdiğin ilaçtır.)