Filozoflar, zaman tarafından öncelenmediği için âlemin "ezelî" vasfını vurgularken, kelâmcılar bir fail tarafından varlığa getirilmesi sebebiyle onun "sonradan var olan" yönünü öne çıkarmaktadırlar. Netice itibariyle
İbn Rüşd , âlem hakkındaki görüşlerin birbirinden, kelâmcıların zannettiği gibi, tümüyle farklı olmadığına dikkat çekerek, bu farklılığın tekfiri gerektirmediği kanaatindedir. Fakat o, bu mesele bağlamındaki
İmam Gazali 'nin tekfîr suçlamasına karşı sadece savunmacı bir üslup kullanmamakta, genel olarak kelâmcıların âlemin yaratılışıyla ilgili yaklaşımlarının otoritesini de sarsmaya çalışmaktadır. Ona göre sadece filozofların değil, kelâmcıların âlemle ilgili görüşleri de bu konudaki nasların zâhirleriyle uyuşmamaktadır. Hud 11/7 âyeti bu varlıktan önce bir varlığın(arş ve su), bu zamandan önce de başka bir zamanın bulunduğunu; İbrâhîm14/48 bu varlıktan sonra ikinci bir varlığın mevcudiyetini; Fussilet 41/11 ise göklerin bir şeyden yaratılmış olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla kelâmcıların âlem hakkındaki yoktan yaratma teorileri de nasların zâhirine yönelik bir te'vildir ve bu te'vil üzerinden filozofları tekfir etmeleri tutarlı değildir.
İbn Rüşd, din ile felsefeyi telif etmiyor, birbirinden ayırıyor, saha ve sınırlarını gösteriyor, imanla vahyin yetkilerini tespit ediyor, demek de mümkündür.