En eski kuşlar dinozorlardan sonra, fakat modern kuşlardan önce görülmektedirler. Atasal balinaları kendi karasal ataları ve tam olarak modern balinalar arasında dağılmış görürüz. Eğer evrim gerçek olmasaydı, fosiller evrimsel açıdan anlamlı bir düzende açığa çıkmazlardı.
Evrimsel biyolojinin gerçekleşen en büyük öngörülerinden biri 2004'te balık ve çiftyaşamlılar arasında bir geçiş formunun keşfedilmesidir. Bu omurgalıların yaşamak için nasıl karaya çıktıkları konusunda bizlere çok şey söyleyen fosil tür Tiktaalik Roseae'dir. Keşfi evrim kuramının şaşırtıcı bir doğrulamasıdır.
Darwin zamanında biyologlar kalp ve kafatası yapısındaki benzerlikler gibi anatomik kanıtlardan kuşların sürüngenler ile yakın akraba olduğunu tahmin ettiler.
Fakat daha da harikulade olan şudur. Doğal seçilimin, evreni yöneten yasaları anlamaya yeterli karmaşık bir beyin miras bıraktığı tek canlıyız. Nasıl oluştuğumuzu anlayabilen tek tür olmaktan gurur duymalıyız.
Öyle ise, her ne türlü genetik mirasa sahip olursak olalım, bu bizi sonsuza kadar atalarımızın “vahşi” tarzına hapseden bir deli gömleği değildir. Evrim bize nereden geldiğimizi söyler, nereye gideceğimizi değil!
Benim kendi görüşüm, insan davranışının evrimi konusundaki sonuçların, en az insan olmayan hayvan çalışmalarında kullanılan kadar katı araştırmalara dayanması gerektiğidir.
Eğer hayvan-davranışları dergilerini okursanız, bu şartın çıtayı oldukça yükseğe koyduğunu göreceksiniz, bu durumda evrimsel psikoloji konusundaki birçok sav iz bırakmadan çöker.
Öyle ise kendimizi evrimin tellerinde dans eden kuklalar olarak görmek için hiçbir neden yoktur. Evet, davranışlarımızın belli kısımları genetik olarak şifrelenmiş, savana yaşamlı atalarımızda doğal seçilim yoluyla yavaş yavaş işlenmiş olabilir. Fakat genler kader değildir. Bütün genetikçilerin bildiği, ancak bilim insanı olmayanların bilincine işlememiş görünen bir ders “genetiğin” anlamının “değişmezlik” olmadığıdır. Her türlü çevresel faktör genlerin ifadesini etkileyebilir.