İnsanların salt birer nesne ve pazarda birer mal olarak görüldüğü, çoğumuzun çalışarak başkalarına servet kazandırdığımız bir dünyada birazcık yabancılaşmış olmaktan daha fazlasını da hissetmiyor muyuz?
Ne de olsa, açgözlülüğün, bencilliğin, rekabetçi bireyciliğin, kim ya da ne pahasına olursa olsun her türlü kısa dönem kazancı yağmalama şehvetinin her dönemeçte çevremizi kuşattığı bir turboşarjlı kapitalizm dünyasında yaşamıyor muyuz?
Düşüncelerin, tasarımların , bilincin üretilmesi, başlangıçta insanların maddi etkinliğiyle ve maddi ilişkileriyle dolayımsız bir biçimde sıkı sıkıya bağlıdır.
Hiçbir meta eş değer olarak bizzat kendisiyle ilişki kuramayacağı ve dolayısıyla da kendi doğal kılığını kendi değerinin ifade aracı haline getiremeyeceği için, eş değer olarak bir başka metayla kendi arasında ilişki kurması ya da bir başka metanın doğal kılığını kendisinin değer biçimi haline getirmesi zorunludur.
... insan kafasının ürünleri, kendilerine özgü hayatları olan, kendi aralarında ve insanlarla ilişki halindeki bağımsız biçimler gibi görünür.
...
Emek ürünleri metalar olarak üretilmeye başlar başlamaz onlara yapışan ve dolayısıyla da meta üretiminden ayrılmaz olan bu şeye fetişizm adını veriyorum.
... metalar dünyasının bu fetiş karakteri, meta üreten emeğin kendine özgü toplumsal karakterinden kaynaklanır.
... metaların, yalnızca, aynı toplumsal birimin, yani insan emeğinin ifadeleri oldukları ölçüde değer nesnelliğine sahip olduklarını, dolayısıyla da değer nesnelliklerinin tümüyle toplumsal olduğunu hatırlarsak, değer nesnelliğinin kendisini yalnızca meta ile meta arasındaki toplumsal ilişkide gösterebileceği de kendiliğinden anlaşılır.
"egemen siniflar bir komünist devrim korkusuyla tir tir titresin. proleterlerin zincirlerinden başka yitirecekleri bir şey yoktur. oysa kazanacakları koskoca bir dünya vardır."