Hepsi pekala! Fakat bir aynadan yansıyan şafak gibi o ruhunu gösteren parlak gözleri nasıl unutmalı! Sevinçli bir sabaha benzeyen tebessümünü, saadet gecesinde doğmuş bir çift yıldız olan o gözlerini kaybettikten sonra doğuşlarda, yıldızlarda bir letafet, bir lezzet hayal edemiyordu. Kendisine onsuz yer, gök, bütün kâinat boş, manasız ve hatta ışıksız görünüyordu. Mademki o güzellik alemiden, kendi dünyasından, havasından sürgün edilmişti, artık hayata devam etmeye bir lüzum görmüyordu. Yüce sanatının modeli de kaybolmuştu. Zira o gözlerin ilham ettiği bitip tükenmez sevda sırlarını bundan sonra kendine kim söyleyecek? O tebessümde gizlenen sonsuzluk manasını nereden anlayacak? Yaradılış güzelliklerinin en parlak
sayfası olarak gördüğü o yüzün renklerini, hatlarındaki mükemmelliği başka ne tarafta bulacak?
Hayır! Ne suların çırpıntısını dinliyor, ne gecenin hüzün ve heybetini düşünüyordu. İlk defa başını kaldırıp kendisini kurtaracak bir ses, bir seda işitmek istiyordu. O ses ki bundan bir sene evvel kendisine, "Seni seviyorum" demişti. İnsanın ömrünün son arzuları gibi bu da gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeydi.
Dilber başından geçen olaylarda çok keder görmüş, çok ağlamış, insanlığın bazı haksızlıklarına karşı çokça nefret etmiş fakat şiddete aşina olmayan yaradılışındaki nezaketi hiddet hiç bozmamıştı.
İnsanlığın gözlerini yaşartacak elem verici hallerdendir ki kanunun yasaklamadığı suçlarda, güzel ahlak ve iyilikle vicdanın emir ve yasaklarına uymak fazileti -terbiye yokluğu, cehalet, batıl inançlar gibi toplumda mevcut olan bulaşıcı hastalıklar yüzünden- pek nadir görülür..
Bence en gerçek mutluluk, tertemiz bir ruhu gösteren iki güzel göz; en büyük servet, seven bir kalbin duygularını gösteren gül rengi dudaklardan yansıyan tebessümdür.