Bir yere kadar okuyabildim ama sonrasında daha fazla zaman kaybetmemek için devam edemedim.
Yazarın temel argümanı şu: Hastalık dediğimiz şey, bedenin kendisi tarafından üretilir. O yüzden mesela kanser bir hastalıktır. Ama teşhis dediğimiz şey kişi tarafından üretilir. Yani belirtiler hastalık olarak kabul edilir ve bu yanlıştır. Charcot ve Freud'un temelini oluşturduğu bu düşünce yüzünden psikiyatri (ve de psikoloji) bilimi yanlış temeller üzerine kurulmuştur.
Bunun yanı sıra yazar DSM'nin tanı kriterlerini doğrulayamayacağımızı söyler ki bu da kısmen doğrudur. Çünkü DSM tanıları bile toplumun tepkilerine göre, çağa ayak uydurabilir. Önceleri eşcinseller hakkında söylenenler bugünlerde tersine dönmüştür.
Fakat yazarın içinden bir türlü çıkamadığı gerçek şudur: Yazar, depresyon, anksiyete gibi nevrotik bozuklukların hastalık olamayacağını söyler. Bir nevi bunları görmezden gelmeye iter ve insanlara bu tanıların konmaması gerektiği üzerine durur. Fakat şunu es geçer, insanlara tanı koymanın, onları belirli gruplarda sınıflandırmanın pek çok yararı da vardır. Bugün "depresyon" tanısı konmuş kişi çok rahatlıkla psikoterapi görebilir ve çok büyük oranda iyileşmesi sağlanabilir. Kaygılı kişi, panik atak geçiren kişi, antisosyal kişi, sosyal fobisi olan kişi... Bunlar düzeltilmesi mümkün şeylerdir ve bu bireylerin daha iyi hâle gelmeleri hem kendileri için hem de toplum için iyidir. Bu kişilere "hasta" demeyeceğiz diye onları yok sayarsak, ciddi tedavi planlarını çöpe atmış ve onları iyi hâle getirmek planlarını rafa kaldırmış oluruz.