Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahmet İlhan

Ahmet İlhan Sözleri ve Alıntıları

Ahmet İlhan sözleri ve alıntılarını, Ahmet İlhan kitap alıntılarını, Ahmet İlhan en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Spinoza’ya gelinceye dek, duyguların lânetlenmiş kaderi vardı ve o, bunu tersine çevirir. Öyle ki duyguları, felsefesinin özü hâline getirmekten de sakınmaz.
Sayfa 35 - Ondan önce, ondan sonraKitabı okudu
Reklam
Mozart - Türk Marşı
Kant’ın katı ahlâkçılığı ve kuralcılığı, değerler üzerinden duygulara yaklaşmasına yol açmıştır. Daha çok duygu ve değer arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Kant yazılarında <duygu> kelimesini kullanmasa da felsefesini anlamal için duyguya yaklaşımı hayatî önem taşımaktadır. Kant, Duygu, Akıl ve Eylem, arasındaki ilişkileri, bağları çözümlemeye çalışırken eylemlerimizin bilgiyle nasıl bağlandığını, bağlamlandırıldığını arıyor ve eylemlerimizin duygu ile akıl arasındaki gerginliğe nasıl bağlı olduğunu araştırıyor. Kant’a göre bir yandan duygular yoluyla geliştirilebilecek ve yetiştirilmesi gereken olumlu ahlâkî duygular vardır. Öte yandan, duygular ve tutkular aklın hastalıkları olarak kabul edilir, çünkü tutku durumunda aşırılaşmış duygular irâdenin zayıflığına yol açarlar. Kant, felsefesinde duygu nesnesini işlerken iki kök duygu (feeling) üzerinde durur. Bunlardan biri estetiğin de konusu olan “güzellik”tir. Kant “güzellik”i hem bir estetik değer ölçüsü olarak hem de duygu nesnesi olarak ele alır. Bir diğer duygusu da “yücelik”tir. Güzellik ve Yücelik’i tanımlamaya, betimlemeye çalışırken başka duygulara da değindiğini görüyoruz. Velut bir duygu olarak kötümserliğe de yer verdiğini ve o duyguyu ardılı Schopenhauer’e göre hiç tasvip etmediğini görüyoruz. Kant bu başlıkları “Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler” eserinde ele almış, bunun yanı sıra Yargı Gücünün Eleştirisi’nde, Pratik Aklın Eleştirisi’nde ve Salt Usun Eleştirisi’nde de değinmiştir.
Düşüncelerini Spinoza kadar basit, anlaşılır, düzenli ve açık izah eden bir başka filozof yok gibidir. Bunun böyle olmasını özellikle arzular ve bunun için çabalar, çünkü o bir filozofun düşüncelerinin geniş halk kesimlerince anlaşılmamasının, filozofun görev edindiği amaca aykırı olduğu inancındadır. İnsanlığın geçmişten bu yana yaşadığı büyük kafa karışıklığının, içine düştüğ derin yanlışlıkarın, bunalımların ve çatışmaların gerçek sebebinin, doğru düşünememek, bilgiyi açık ve kesintisiz bir biçimde doğru kanallardan, doğru yöntemlerle alamamak olduğunu düşünür. Kulaktan dolma, ezbere bilgilerin veya önyargıların teslim aldığı insan aklı, kendisine büyük zararlar vermektedir. Bu yüzden önce aklın doğru kullanılması gereklidir.
Varoluşumuzun bir bedenle ya da bir bedende temsil edildiği bu dünyada, bedenimiz dışındaki her şeye (tüm bedenlere) duyularımız, duygularımız üzerinden dokunduğumuzu biliriz. Spinozist bir söylemle ifâde edersek duygularımız, bir dış nedenin bedenimiz üzerinde yarattığı etki, karşılıklı ilişki ise, sâdece duygularımız üzierinden varoluşumuzu kavradığımızı da söyleyebiliriz. İnsanın biyolojik ve bilişsel evriminde kolların ama özellikle parmakların hayatî bir işlevi olduğu söylenir. Kendimizdeki ve dışımızdaki her şeye dokunmanın, onları hissetmenin, kavramanın ve sonra onlara biçim vermenin araçlarıdır parmaklar. Duygularımız da hem aklımızın hem de bedenlerimizin parmaklarıdır diyebiliriz. Her şeye bedenin düşünceleri olan duygularla dokunuruz, onları anlar ve onlara anlam ve biçim veriririz. Ancak sâdece sonut olarak şimdi içinde yer alan bir nesneye dokunmanın araçları değil; geçmişin, şimdinin ve geleceğin sonsuz uzamına sonsuzca dokunmanın araçlarıdır.
Horon eşliğinde.
Spinoza Ethica’yı bizzat duyguları doğru tanımak ve tanıtmak için yazdığını söylemiştir. O, duygular, diğer tüm modlar kadar doğal ve yasalara göre yönetildiğinden, onların matematiksel hassasiyetle incelenebileceğini öne sürüyor ve tabii ki genellikle duygu tarafından motive edilen insan davranışının tamamen anlaşılabilir ve açıklanabilir olması gerektiği anlamına geliyor. Spinoza, başlıca amacının duyguları yanlış tanımış ve bu yüzden sevgisizliğin, nefretin kaynağı olmuş insanın, duygularını ona doğru tanıtmak ve bu yolla doğru yaşamasını sağlamak olduğunu söylüyor. İnsan duygularını anlamanın ve anlatmanın geometrik bir kesinlikle mümkün olduğunu düşündüğü için de eserinin adına “Geometrik Düzene Göre Kanıtlanmış ve Beş Bölüme Ayrılmış Olan” başlığını ekler. Düşünür, “iştah”ı başa koyarak sırasıyla diğer bütün duyguları aksiyomlar, önermeler, kanıtlamalar metoduyla analiz etmeye çalışır. Spinoza’nın duygu tarifinde en çarpıcı yönü, bütünüyle aşkınsallığı reddetmesi ve duyguyu bedenin düşünceleri olarak yapılandırması ve tabi bu yolla da kadim ruh-beden düalizmine son vermesidir.
Reklam
Spinoza’nın “Hiç kimse bir bedenin ne yapabileceğini bilemez…” deyişi, kişinin de referansı gibidir. Bu anlamda Spinoza’nın Anlama Yetisinin Islahı Üzerine Bir İnceleme eserinde işâret ettiği gibi, “kendilik bilincinin” önemi ortaya çıkar. Düşünür, duygu felsefesiyle insan doğasını, bilincini ve bilinçaltını, dürtü ve arzusunu, düşünce ve tutkular aradındaki ilişkinin önemini ortaya çıkarır. Duygularımızı tanımakla doğamızı tanımış olacağımızı, bu yolla da daha fazla mutlu olup daha az mutsuz olacağımızın olanağını göstermeye çalışır. Nörolojideki gelişmeler ve psikanalizin geldiği aşama da düşünürün duygu felsefesindeki saptamalarının ne denli isabetli olduğunu gösterir. Bu nedenledir ki son yirmi-otuz yılda bütün dünyada gittikçe artan bir Spinoza ilgisi görülmektedir. İnsan duygularının, zihninin, bilincinin fizikî süreçlerle uyuşumu, beynin çalışma mekaniğinin ve bunun bilinç ve duygularla ilişkidinin günümüz biliminin verileriyle desteklenmesi de Spinoza düşüncesinin öneminin gittikçe artmasına sebep olmuştur.
... Çünkü sevgi objesi, bize yaklaştığı oranda sevinç duyar; bizden uzaklaştığı oranda da kederleniriz. Ancak bütün bunlar, sevgi objesinin niyetinden ayrı gelişir. Yani ben’in öznelliğiyle, kendi niyetiyle ilgilidir. Ve tabii ki duyguların basit karşılaşmalar düzleminde sürmediği, imajlar ve hafıza yoluyla karmaşıklaştığı bir durumdan söz ettiğimizi anlamış oluyoruz. Sevgi veya nefret imajının başka imajlarla, duygu hâlleriyle ilişkisinden bahsediyoruz. Gündelik yaşamımızda da bu iki duygunun salınımında bocalayıp, kolay kolay işin içinden çıkamadığımızı biliriz. Tıpkı Füruğ Ferruhzad’ın “Tutsak” şiirindeki şu dizelerde ifâde edildiği gibi: seni istiyorum ve biliyorum asla koynuma almayacağım sen o aydın ve pırıl, pırıl gökyüzüsün ben bu kafeste bir tutsağım kara ve soğuk parmaklıklar ardından gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru bir elin uzanışını düşlüyorum, ansızın, ben de uçayım sana doğru (...)
Kankamın hediyesinden kankama ithafen.
Tatlı bir insandı, zayıf nahif Mercekleri perdahlarken Tanrısal özü açık seçik formülleştirdi. Öylesine açık seçik ki dünya dehşete düştü. Basit biçimde kanıtlıyordu bu bilge İyinin ve kötünün antik saçmalıklar olduğunu Sıradan kuklalar olduğunu özgür ölümlülerin. Sevgi dolu hayranı olarak Kutsal Kitap’ın, Tabiat’a karşı bir Tanrı bulamayarak O’nda; Karşısına dikti öfkeden kudurmuş Sinagog’u. Uzağında onun, perdahlarken mercekleri, Gezegenleri sayan bilginlere yardım ediyordu. Tatlı bir insandı Baruch Spinoza René François Armand (Sully) Prudhomme
Burası allahına kurban olduğum yer.
Duyguların merkeze yerleştirilmesi sâdece bireyin conatus’u için değil, bu, toplumun, devletin, dünyanın ve tüm evrenin conatus’unun doğru anlaşılması; verili ahlâkın, inançların, politik tercihlerin, siyasî yönelimlerin vs. yeniden ve doğru biçimde anlamlandırılması ve üretilmesi için gerekti. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, erdem ve erdemsizliğin, sevinç ve kederin yeniden tanımlanması gerekti. İnsano en baştan beri evrensel doğanın işleyişinden ayrı tutan, onı fetişleştiren, “imparatorluk içinde özerk imparatorluk” sayan; ahlâkın, dinî inançların ve toplumsal değer yargılarının baskısı altında duygularıma ve kendine, kendi bilincine yabancılaştıran kadim öğretilere savaş açmak gerekti. Örneğin iyi ve kötünün ahlâki ve kesin bir tanımının olmadığını, bunların belli bir mutluluk ve keder biçimi olduğunu; kişinin conatus’unu artıran şeyin “iyi”, eksilten şeyin de “kötü” olduğunu söyledi. Sâdece bu yaklaşım dahi, insanı geçmişinin yükünden, suçluluk duygusundan sağaltan bir işlev olaral çok önemli bir değişimin işâreti olmuştur. Bu yönüyle bakıldığında duyguların etik nosyonlara değil, etik nosyonların duygulara dayalı olması gerektiği ortaya çıktı. Bu anlamda düşünür, beden ve ruh düalizmini de sona erdirerek bedenin tek belirleyen olduğunu öne sürdü ve yüzyılların düalist yaklaşımını sona erdirdi.
24 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.