Ali İhsan Konuklu sözleri ve alıntılarını, Ali İhsan Konuklu kitap alıntılarını, Ali İhsan Konuklu en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gökyüzünde yıldızlar vardı, ay ışığı gözyaşlarını yıldızlara benzetmeye çalışırcasına parlaklaştırıyordu. Tütün tablasından elleri titreyerek bir kağıt alıp yarısını yere dökerek içini tütünle doldurdu ve farkında olmadan bıyıklarının bir kısmını da yakarak sigarasını yaktı. Bir an dönüp hep umutla geldiği evinin kapısına baktı. Köylerden yorgun gelirken bu evde bir kaymakam adayının olduğunu düşünerek içine çayın suları gibi su serpilişini düşündü. Yüreğinde oluşturduğu ve yıldızlara kadar yükselttiği kale yıkılıyordu gözlerinin önünde. Kapının eşiğine çöktü, gözyaşları dizlerinin üzerine düşüyordu.
Şu küçük kasabanın dışına götürdü bizi izlediklerimiz, lakin bunun da sonu varmış işte! Artık video diye bir şey çıkmış derler, filmi takıyorlar ve evlerinde izliyorlar. Yakında o da burada olur. Ne yapsınlar ki artık sinemayı değil mi?
Cengiz filmin problem çıkarmaması için bayağı hasarlı parça keser ve bu parçaları çocuklara dağıtırdı. Kasaba çocukları bu parçaları bir yanından ışığa bakılınca film parçalarının büyükçe görüldüğü küçük film kutularına takar, başka çocuklara parayla izletirlerdi. Bir bisküvi kutusunun içine film parçasını takıp arkasından ışık vererek görüntüyü bir perdeye aktarma gibi çocukların sinemayı örnek aldıkları ilginç çalışmaları da vardı.
Demir eline fırçayı alıp sinemanın duvarına yazı yazarken bir an babası gibi omzunda bir ağırlık hissetti, evet o da çerçiydi artık fakat bambaşka bir yük taşıyordu omuzlarında.
Bu beyazlığı gökyüzüne yetişmeye çalışan kavak ağaçları ve nereye doğru gelişeceklerini şaşırmış hâldeki
eğri büğrü söğütler ile bir arada öylece uzaktaki boğaza sessizce bakan bir gurup insan alacalamasına
rağmen ova bu hâliyle içine girilse nefessiz kalınacak,
boğulunacak bir beyaz boşluğu andırıyordu. Daha ileride ovayı çepeçevre saran dağlar aşılsalar Dünya’nın
her yeri görülecek gibi hemen önlerinde kurulmuş
kasabayı kendi başına bırakmanın sınırlarını belirliyorlardı. Kasaba bacalarından çıkan dumanlar uzaklara, “Biz buradayız!” çığlığını atarcasına gökyüzüne
yükseliyor fakat gökyüzünden inen kar taneleri bu
seslenişi susturmanın zevkiyle kasaba evlerini giderek
beyazlıklar içinde görünmez hâle getiriyordu.
Ay ışığı yere inmez
senin ışıklarına bakar gece
karlar eridiğinde eririm Munzurlarda
bilirim yazılarda yüzün nergis kokusu
çok söylenen sözcüklerin önemi azalır diye
sevdalım deyişimi bir kavak kabuğu saklar
dibinde çakımın tabutu...
Kenan ve Demir afiş tahtasını omuzlamış mahallelere doğru gidiyorlardı. Kenan alışılmış bir şekilde
filmlerin tanıtımını yapıyor, elini ağzının yanına koyarak;
“Duyduk duymadık demeyin! Bu akşam çift film
var, Cüneyt ve Yılmaz’ın filmleri arka arkaya gösterilecek!.. Tek film fiyatına!.. Bundan sonra böyle haftada
bir sinemamız sizi düşünerek çift film oynatıyor! Bugün kaçırırsanız haftaya kadar beklemek zorundasınız! Duyduk duymadık demeyin!..” diye bağırıyordu.
Kendini toplayıp bölüyor insan
çıkan hep bir ruh fukaralığı vitrinlerine tutunmuş
caddelerin
“Yakası açılmamış yarınsızlığa ömür denir “ diye
bağırıyor mezarlıklar
küsüp gittiği şehirler sanki “Eyvah” demiş gibi
“Hoşça kal şehir “diyor
birkaç yüzyıl meyhanede sabahlamış bir akşamcı/
Cam giymiş kent dilberlerini dışarıdan sevmek serbest
bir yanak alanın ise ellerine apartman kuruluyor
denize nazır
hala kuşluk vaktini kuşların geleceği zaman biliyorsa
da ihtiyar balıkçı
bilgisayarların başında ki çocuklar “Kuşlar nedir “diye
soruyor artık...