Yaşamın beni sürüklediği yere gidiyorum, neresi olursa, nereye kadarsa. Ve durmaksınız yineliyorum kendi kendime: Bu yaşam benim değil, bu yaşam benim değil...
Halbuki ne oldu sonra? Hepsi birer ikişer sapır sapır dökülmediler mi? Dünya durdukça durur sandıkları o saltanat da, şatafat da, sıhhat da, her ne var ise, kafesten uçan bir kuş misali, ellerinden uçup gitmedi mi?
''Umut için bir eğretileme yapmak gerekseydi eğer, ufuk çizgisindeki mor bulut kümesi derdim,” diyor Xeno, “Ya da kuyruğundaki salkım saçak püskülleri salındırarak uzaklaşan, ipi kopmuş, rengarenk bir uçurtma''
Yaşam belalı bir yolculuk ve mutluluk uçsuz bucaksız bir bozkırdaki, birbirinden fersahlarca uzak, kısa bir moladan sonra hemen yeniden yola koyulmak için uğranılan ücra konak yerleri.
Ben sesimi çıkarmıyorum her zamanki gibi, susuyorum, hep susuyorum. Kendi aydınlık bilgisinin karanlığında bırakmış oluyorum onu böylece. İzin vermiyorum onun bildiğini bildiğimi bilmesine.
Düşünülenin tersine, bir akıl ya da yaratıcılık oyunu değil satranç, doğrudan doğruya bir bilgi oyunu. Ve bir sabır oyunu elbette. Yaratıcılığınız bilginizle sınırlı.
Kazanma yöntemi, kendisini yükseltmeye değil, karşıtlarını alçaltmaya çalışmak, düşmanlarının kuyusunu kazmak, ondan üstün ya da ileri olabileceklerini hissettiği kişilerin -bir yolunu bulup- ayağını kaydırmak.