Kitabın ilk paragrafının son cümlesi: ‘On yedi yaşındaydı ve dokuz aylık hamileydi.’ Tabii bu cümleden sonra ne okuyacağım konusunda tahminler üretmeye başladım, anlatıcının o kız olacağını düşündüm, bir istismara uğradığını, belki de bir intikam hikayesi okuyacağım dedim kendime, dünyasının merkezine yaptığı yolculukta başından geçenler de olabilirdi asıl hikâye. Ama hayır, Andreas Steinhöfel beklentilerimi birkaç sayfa sonra boşa çıkardı. Çok daha iyisini vadetti, beni Visible’a götürdü.
Glass, Phil ve Dianne ile tanıştırdı. Aralarında en az görüneceğini düşündüğüm Phil’e verdi sözü. Ve ben onu dinlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.
.
Andreas Steinhöfel, Dünyamın Merkezi’nde bir oluşum romanı (bildungsroman) kurguluyor, son söz niteliğindeki (ki okurla sohbet gibiydi) Visible’a Veda bölümünde ise kurgusunun beslendiği kaynakları (mitoloji örneğin) anlatıyor. Kitabı okurken fark edemediğim ya da gözümün fazlasıyla önünde olduğundan dolayı göremediğim detaylar anlam kazanıyor böylelikle. Kitabı daha da bir seviyorum.
Kimilerince gençlik edebiyatı denilebilir, konusu hafif de bulunabilir, ‘e şimdi ne oldu ki?’ diye de sordurabilir Dünyamın Merkezi. Ama bana hissettirdiği şey: Phil’in de onun yaşadıklarının da gerçekliği. Yaralarımız bizi büyütüyor, yara izlerimiz göz alıcı bir güzellikte de parlayabiliyor! Glass gibi bir anne, Tereza gibi bir dost, Dianne kadar incelikli bir kardeş dünyanızın merkezinin tuğlalarını oluşturabiliyor.
.
Ve Phil’in sarıldığı kitaplar... İşte bazen birilerinin dünyasının merkezi onlar olabiliyor...
.
Olcay Mağden çevirisi, Burak Tuna kapak tasarımıyla ~