Türkiye, onlarca yıl Soğuk Savaş’ın adeta göbeğinde yaşamış; ancak bu konuda Türkiye dışında yapılan alternatif incelemeler ve eleştirel yaklaşımlar, akademik dünyada ya da genel olarak aydınlar arasında neredeyse hiç ilgi uyandırmamıştır.
Sovyetler Birliği tarihini antikomünist ideolojik perdeyi aşarak ele almayı başaran İngiliz tarihçi E. H. Carr’ın on dört ciltlik ünlü Bolşevik Devrimi tarihi başlıklı yapıtının müstesna yerine işaret etmek gerekir.
Türkiye, onlarca yıl Soğuk Savaş’ın adeta göbeğinde yaşamış; ancak bu konuda Türkiye dışında yapılan alternatif incelemeler ve eleştirel yaklaşımlar, akademik dünyada ya da genel olarak aydınlar arasında neredeyse hiç ilgi uyandırmamıştır. Bu tavır nedeniyle Batı’da üretilen ana akım fikirler neredeyse sorgulanmaksızın kabul görmüştür. Halbuki
Revizyonist tarih yazıcıları, savaşın ardından Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu büyük yıkıma ve Sovyet yönetimine hâkim olan savunmacı anlayışa ilişkin kanıtlar sunarak Soğuk Savaş’ın başlamasından sorumlu olan tarafın ABD olduğunu açıklamaya çalıştılar.
Bu minvaldeki bir başka çalışma olan Gar Alperovitz’in 1965 tarihli Atomic Diplomacy:
Soğuk Savaş’ı Soğuk Savaş yapan gelişmelerden diğeri, kapitalist blokun lideri olarak hegemonyasını dünya çapında inşa etmeye başlayan ABD’nin bilim ve sanat alanında bir merkez haline gelmiş olmasıydı. Yüzyıllara dayanan bir birikim üzerine oturan Avrupa, savaşta yaşadığı yıkımın ağır koşullarını göğüslemeye çalışırken eğitime ve kültürel
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında düşünce dünyasındaki kurdukları tahakkümün anlaşılması, yukarıda bahsedildiği gibi bu ülkenin fikir, sanat ve edebiyat ortamının soldan arındırılmasında, Soğuk Savaş politikalarına karşı çıkan akademisyen, yazar ve sanatçıların sesinin kısılmasında sadece zor mekanizmasının rolüne işaret edilemeyeceğini gösterir.