İstanbul'da ressamların arasındaki rekabet çok sıkıydı. Bir örnek vermek gerekirse, Patmore'un aktardıklarına göre, kıdemli ressamlar, "Türk Douanier Rousseau"su olarak bilinen İbrahim Balaban'ın yoluna taş koymaya çalışıyordu; sebepse, Balaban'ın resmi akademide değil de hapishanede Nazim Hikmet'le çalışarak öğrenmesiydi.