Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Erkan Çav

8.0/10
1 Kişi
5
Okunma
1
Beğeni
551
Görüntülenme

En Eski Erkan Çav Sözleri ve Alıntıları

En Eski Erkan Çav sözleri ve alıntılarını, en eski Erkan Çav kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
(...)Cahit Tanyol konuşmasında "Osmanlı Devleti bir kadro devletidir; Sultan 2.Abdülhamid ise son büyük kadro devleti kurucusudur,müstebit değil." " Mustafa Kemal devrimleri yaparken Türk Milletinin Müslüman olduğunu çok dikkate almamiştir."
Farklı sosyoloji akımlarının etkisini, bu akımların farklı düşünceleri getirdiklerini ve farklı düşüncelere eklemlendiğini H. Bayram Kaçmazoğlu'nun (2001: 189) değerlendirmesinde görmekteyiz: “2. Meşrutiyet döneminde Osmanlı'ya aktarılan sosyoloji ekolleri ve siyaset anlayışları sadece Durkheim-Gökalp akımı ve Alman siyaset anlayışı, Le Play-Prens Sabahaddin akımı ve İngiliz siyaset anlayışı bağlantıları ile sınırlı değildir. Bu dönemde Mustafa Suphi Marksist sosyolojiyi, Ahmet Şuayb organist sosyolojiyi, Ahmet Rıza pozitivist sosyolojiyi ve bu sosyolojilerin bağlı bulundukları siyasal anlayışları temsil etmektedirler.” Sosyolojinin bizde ortaya çıkışı, ele alınış biçimi, temel alınan sosyologlar üzerine bir değerlendirme Zafer Toprak tarafından yapılmıştır. Toprak'a (1988) göre ilk etkili olan düşünürler; Montesguieu, Rousseau, Spencer, Darwin, Durkheim, Levy Bruhi, Tarde, Bergson, Fournier, Nordau'dur. Tanyol'a göre, yabancı sosyologlardan yerli düşüncelere olan bu eklemlenme, temelde bizde Avrupa'daki felsefe geleneğinin yerini tutan tarih geleneğine olmuştur. Hangi sosyologların hangi Türk düşünürlerce Osmanlı'da etkili olmaya başladığı ve nasıl etkili oldukları ayrı ve ayrıntılı bir inceleme konusu iken, bizde sosyolojinin Batı kaynaklı ve ithal bir bilim olduğunun altının çizilmesi önemlidir. Bu ithal bilimin seçilmesinin sebebi açıktır: Batılılaşmayı seçen devletin bunu başarabilmesini sağlamak, çöküntü içindeki devlete yeni çıkış yolları sunabilmek.
Reklam
1960'larda Ankara'da Behice Boran'ın öğrencisi Mübeccel Kıray etkisiyle sosyolojide farklı bir yön oluşurken, gelenek çerçevesinde Osmanlı toplum yapısı, feodalizm, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) konularının ele alındığı görülür. 1960'lar Marksist metodun Kemal Tahir'in de çalışmalarıyla tarih ve sosyoloji alanında etkili olmaya başladığı yıllardır. Bu bakımdan 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası dönemde sosyolojinin farklı yönler çizdiğini görürüz. Bu dönem aynı zamanda sosyolojinin kendi dışındaki düşüncelerden fazlaca etkilendiği bir süreç olmuştur. 1970'li yılların özellikle başlarındaki siyasal koşullar genel olarak akademisyenler için olumlu bir süreç olmadığı gibi sosyolojik çalışmaların üretiminin azaldığı yıllar olur. Kaçmazoğlu (1991), 1960'lı yıllardan 1980'e kadar olan sosyolojik yaklaşımları Marksizm ile süslenmiş Amerikan sosyolojisi dönemi olarak görür.
Cahit Tanyol: Şimdi, Türkiye'de kıyametler Kopuyor, hukuk düzeni üzerinde. Ve bunların önemli bir kısmı sosyologlara ait. Ve dikkat ettiniz mi hukukçular mütemadiyen değişiklik yapıyorlar. Halbuki hukuk çok tehlikeli bir şeydir, eğer arkasında bir takım sosyal gerçeklere gitmiyorsa. Ama düşününüz ki, şimdi Hukuk fakültelerinin hiçbirisinde İslâm hukuku okutulmuyor, Mecelle yok.
Öykü Kayaalp: Benim sorum şöyle olacak: Ben de son sınıf Sosyoloji öğrencisiyim. Siz de bu kürsünün ilk öğrencilerindensiniz Türkiye'de. Günümüz sosyolojisi, o günden itibaren yüz yılda nasıl bir gelişme gösterdi, hangi evrede, şu anda ne noktada, ben sizin görüşlerinizi merak ediyorum. Cahit Tanyol: Sosyoloji öğrencilerine yalnız şunu
Bir gün, Ankara'da diyor -bunu bakın ben hiçbir yerde yazmadım ama söyleyeceğim size-, Çankaya'da diyor, bir sofradayız, Mustafa Kemal kalktı “Türk milletini geri bırakan kitaptır, Kur'an'dır, bu kitaptır... Üniversitelere bu kitabı yasaklatacağız, aleyhinde yazılar yazsınlar” diyor. Sonra döndü bana Bursa'daki konuşmalarımızı hatırlatarak “Ama Yahya Kemal bize uymuyor, bize katılmıyor!” dedi, diyor. Tabi diyor, ben suskun kaldım. “Buyurun konuşalım, tartışalım” diyor Mustafa Kemal. Dedim ki “Paşam, müsaade ederseniz benim konuşacağım şey hoşunuza gitmeyebilir, gözden düşmeme vesile olur, onun için ben girmiyorum” diyor. Mustafa Kemal “Ne münasebet” demiş, “Devrim yapıyoruz her şey konuşulacak!” demiş. Onun üzerine beni tartışmaya çekti diyor. Sümein altından Kur'an'ı çıkardı, aldı bir ayet okudu “Ya Muhammed, dünya senden önce karanlıklar içindeydi”... “Yahya Kemal Bey inanıyor musunuz buna” diyor. “Yok” demiş, “Nesine inanayım bunun. Eski Yunan medeniyeti var, Çin medeniyeti var”, demiş. “E o halde?” demiş. “Paşam” demiş, burası en önemli şey, “Paşam, milletin inanıyor” demiş. İşte Mustafa Kemal'in hatasına en güzel cevap budur.
Reklam
Ben hiçbir zaman dış etkileri, değişmenin kaçınılmazlığını inkâr etmedim ve edemem de. Marksizm Çin'i köklü bir şekilde etkilemiştir, ama Çin, değişmeye rağmen derin tarihini, kültürel kökenlerini, özünü, temel kimliğini korumuştur. Sovyet rejiminde derin köklü değişikliklere uğrayan Rus toplumu -içinde birçok farklı etnik grupları barındırmasına rağmen- ısrarla Rusluğunu korumuş ve bugün onu daha da canlandırmak için çabalıyor. Açıkçası benim görüşüme göre Türkiye toplumunu, tarihini, kültürünü gerçek mânâda anlamak ve anlatmak için bu topluma içeriden bakarak kendi bünyesi içindeki mevcut sosyal, ekonomik, kültürel güçlerin baskısı ile nasıl geliştiğini ve değiştiğini anlamak ve anlatmak gerek. Yabancı bir ülkede gelişmiş, geliştirilmiş teorilerin kalıplarına Türk toplumunu sıkıştırmaya çalışmak ancak ve ancak suni neticeler verir. Türkiye'de yapılan bazı araştırmalar tamamıyla dış modellere göre ele alındığı için sönük kalmıştır.
Kemal KarpatKitabı okudu
Sözlerime konuşma başlığımın bir iz düşümü olarak “Günaydın!” diyerek başlıyorum. “Günaydın, günlük, sığ, muhdes, dünyevi, ahiretsiz, öncesiz-sonrasız, seküler, tercüme kokan, doğmamış, zorla üretilmiş bir kelime. Çamlıca Kız Lisesi'nde sahahları, bahçede, öğretmenlerimizi görünce, kenara çekilip, verdiğimiz selam! Peki, “Selamünaleyküm”! Hayır, o kadar kısa değil! Esselamüaleyküm ve rahmetulahı ve berekatühü! Yani Allah'ın selâmı ve rahmeti ve bereketi sizlerin, sizin ve sızı koruyan meleklerin üzerine olsun: Uzun, dünyası ve ahireti olan, Allah'ı bilen, melekleri tanıyan, duasıyla gelen bir selâm. Peygamberin Ashaba, Hazret-i Mevlana'nın Selâhaddın-i Zerkubi'ye, Konya Bidayet Mahkemesi Reisi olan dedemin, her sabah, kâtibıne verdiği selam: İrfan ehlinin selâmı.
Ümit MeriçKitabı okudu
Eski asistanım, Prof. Dr. Recep Şentürk'ün (2008: 9-13, 32) Türk Düşüncesinin Sosyolojisi-Fıkıh'tan Sosyal Bilimlere başlığını taşıyan kitabından okuyalım: “Omanlı'dan günümüze, toplum bilim tarihimizde üç ana safha olduğunu ve her dönemin aydınlarının ve toplumsal söyleminin yapısının farklılıklar arz ettiğini söyleyebiliriz.” 1. Dönem: “Osmanlı'nın kuruluşundan Tanzimat'a kadar (1299-1839) fıkhın hakim olduğu klasik dönem. Fıkıh nedir? “Devlet, fıkhın en yüce tecessümüdür, onunla ayakta durur ve onu ayakta tutar” diyor G. Lewis.” Hafızamız küsufa uğradığı için, genç dinleyicilere konuyu biraz açalım: Fıkıh'ta 3 akıl yürütme ve yorumlama yolu vardır, ulema sınıfı da buna göre kendi içinde 3 tabakaya ayrılır: I-İçtihad Yeni fıkhi kuramların üretilmesi > müçtehidler. 2-Fetva İlişki ve davranışlarda dinin görüşü > müftüler. 3-Hüküm (Kaza) Mahkemeye intikal eden anlaşmazlıkların fıkıh açısından çözümü > Kadı. 2. Dönem: “Tanzimat'tan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar (1839-1922), bir yandan Osmanlı “Cihan Görüşü'nün omurgasını oluşturan fıkhın kapsayıcı etkisi, sınırlanmaya çalışılırken, diğer yandan ihya ve sosyal bilimlerle telif edilmeye çalışıldığı dönem. İntihar ederek ölen 2. Abdülhamid döneminin Berlin ve Viyana Büyükelçisi Sadullah Paşa'nın mısralarıyla söylersek: Yıkıldı belki esasından eski malümat / Ne kaldı şöhret-i Rum u Arab ne Mısır u Herat” 3. Dönem: “Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana (1922 sonrası), fıkhın resmi söylemden kaldırıldığı ve Batılı Sosyal Bilim söyleminin hızla ve resmen benimsendiği dönem.”
Ümit MeriçKitabı okudu
Ülkemizde bir ithal ilmi gibi başlayan Sosyoloji çalışmaları önce Fransız Sosyolojisinin büyük sentezleri altında ezildi, sonra Amerikan sosyolojisinin küçük analizleri içinde ufalandı ve adeta bir metod fetişizmi devri yaşandı. Farklı konularda farklı yöntemlerle çalışanlar bulgularını birleştireceklerine birbirlerine sırtlarını döndüler. Oysa sosyoloji ne (bugünü belirleyen) dünü kucaklamakla yetinmeliydi, ne de mikro çalışmaların patikasında yolunu kaybederek, nereden gelip nereye gittiğini şaşıran bir ilim olmalıydı. Ülkemizle ülkemizi tanıştıracak bir sosyoloji, bu iki tavrın barışmasından geçecektir. Sosyolojide mimarlık yapmayı bilemezseniz, başkalarının amelesi olursunuz. Kendinizi asırlara göre kodlayın, meteoroloji bültenlerine göre değil. Biz sizin papatya değil, çınar olmanızı istiyoruz. Tarihe yönelmek demek, geleceğe yönelmek demektir. Çınarın kökü derinlerdedir, dalları da göklerdedir. Fırtına çınarın gövdesini deviremez, olsa olsa dallarını kırar. Kendinizi asırlık perspektiflere yerleştirin ve gününüze, önce asırlar evveline dönerek sonra asırlar sonrasına geçerek, bakın.” Evet, sözlerimi burada sonlandırırken, size “Günaydın” demiyorum. Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü.
Ümit MeriçKitabı okudu
Reklam
Prof. Dr. Âmiran Kurtkan Bilgiseven şu değerlendirmeyi yapar: “Sosyoloji'nin Batı'da doğmuş olmasının Türkiye'de yarattığı problemlerin başında sosyolojik kavramları Batılı kalıplara göre anlama yanılgısı gelmektedir. Bizler şimdiye kadar kültürün tarifinde bile Batı'lı sosyologlara uyma hatasını işlemişizdir. Halbuki bizim kültürümüz sadece nesilden nesile intikâl eden bir sosyal mirasdan ibaret değildir. Kültürümüzün, tıpkı ozon ve üst toprak tabakalarını, bitki örtüsünü ve atmosferi hazır elde edişimize benzer bir tarzda, bize vahiy yoluyla ulaştırılmış din kökenine dayalı bir bölümü vardır. Bu bölüme sahip olduğumuz için Batı medeniyetinden çok önce insan haklarına, “hak kuvvettir? prensibine, doğuştan değil, ferdi gayretle statü elde etme tatbikatına ulaşabilmemiz mümkün olmuştur. Sosyolojiyi diğer ilimlerle karşılaştırdığımız zaman, öne sürdükleri fikirleri sosyoloji olarak vaz etmiş olmasalar bile birçok müvahhid (Tevhid inancına sahip) düşünürlerimizin sosyolojinin tek taraflı izahlardan henüz kurtulamadığı ve bütün faktörleri dikkate alamadığı bir dönemde birçok konularda çok tatmin edici izahlar getirmiş oldukları açıkça göze çarpmaktadır. Meselâ, Mevlâna, şahsiyetin gelişmesini etkileyen faktörler olarak çevre ve biyolojik kalıtım faktörlerini birlikte dikkate almakla kalmamış bunlara ilhama açık ruhi güç faktörünü de eklemeye muvaffak olmuştur. ”
Erkan ÇavKitabı okudu
Prof.Dr.Mustafa E.Erkal:(...)Sosyoloji sosyal gerçeğin ilmidir. Sosyal gerçek, dinamik bir özellik gösterdiğine, ulkeden ülkeye, zamandan zamana itibari (relatif) olduğuna göre, Sosyoloji dinamik bir bilimdir. Soyut bilgiyi somutlaştırırken seneden seneye verdiğiniz örnekler bile değişir. Sosyolojinin Batı'da doğduğunu söylemek yerine; Batı'da
Erkan ÇavKitabı okudu
Osmanlı'da sosyolojinin oluşum sürecine dikkat çeken Doç. Dr. Hüseyin Akyüz, “sosyoloji geleneği” için şu değerlendirmeyi yapar: “ “Sosyolojinin Batı'da doğmuş olduğu” yargısına bütünüyle katılmak bir hayli zordur. Ancak Batı'da geliştiği ve belli bir üslüp kazandığı her türlü şüpheden uzaktır. Batı düşüncesinin bir parçası olarak anlamaya ve öğretmeye çalıştığımız sosyoloji, zaman zaman bilimsel bir hareket, zaman zaman ideolojik bir dünya görüşü, çoğu zaman da içinde bulunduğu toplumsal düşüncenin problem ve sıkıntılarını yansıtıyordu. Yani Batı ülkelerindeki “sosyal olma' durumunu anlamak ve anlatmak istiyordu. O ülkelerde ne ile uğraşıyorsa, bizde de aynı şeylerle uğraşmaya başladı. Bir dereceye kadar da Batı'nın üstünlüğünü savunan, kavram ve fikirler ithal eden ve bizi bunlara uymaya zorlayan bir görünüm içerisinde oldu. Birkaç tane yerli amaç taşıyan çalışmanın dışında, genel olarak söylemek gerekirse, bizdeki mevcut problem ve değerler yerine, Batı'da olmuş bitmiş olandan hareket ederek bunları bizde aramaya, hatta var etmeye çalıştı. Diğer bilimlerin durumu da sosyolojiden pek farklı değildir. Burada üzerinde ısrarla durmak istediğimiz ana konu, bir isim veya form meselesi değildir. Esas olan muhteva, yani öz meselesidir. Sosyolojiye isterseniz ilm-i ümran”, isterseniz 'içtimâiyat ilmi, isterseniz toplum bilimi” deyiniz, sonuç değişmez. Ana mesele, sosyolojik düşüncenin yerli öğelerle örülerek bilimsel bir geleneğin oluşturulmasıdır.”(Akyüz, H.(1991,Nisan)."Sosyolojimizin Sosyolojisi"Soruşturmasına Cevap, Milli Kültür, Sayi 83, s.14-15)
Erkan ÇavKitabı okudu
7. Türkiye'deki sosyolojiyi özgün kılan yaklaşımlar, değerler, özellikler, konular, çalışmalar, araştırmalar, yayınlar, incelemeler ve temel kavramlar olarak neleri söyleyebilirsiniz, araştırmalarınızdan ve okumalarınızdan ne yönde gelişmeler olabileceğini tahmin ediyorsunuz? A.Korkut Tuna:Muhakkak ki önemli olan toplum ve sorunları olmalıdır. Görüldüğü üzere bu çerçevede çalışmalar yaygınlaşmaktadır. Ama dikkatimi çeken yan; konu Türkiye'ye ve onun sorunlarına ait olsa da, hatta bunu vurgulayan bir başlık taşısa bile, yazının kaynakçasına baktığınızda nerede ise tamamının yabancı kaynaklardan oluştuğu görülmektedir. Bu durum, bize, bu konuda yerli kaynak olmadığını veya olsa bile, dış kaynaklara daha kolay ulaştığımızı, onlarla ilişkilerimizin veya alışverişimizin daha etkili olduğu izlenimi kazandırmaktadır. Ama bana göre asıl mesele kendimizin ve sorunlarımızın kaynaklarının dışarıda, başka sosyolojilerde aranmasından kaynaklanmaktadır. ..
127 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.