Ölme arzusu, hatta zaten ölmüş olma arzusu cihat söyleminde sürekli yinelenen bir olgudur. Çünkü bir kişi zaten ölmüş olduğuna inandığında, onun başına gelebilecek en kötü şey, halihazırda iğrenç olarak gördüğü bugünün dünyasında yaşıyor olmaktır.
Öz-bağışıklık mekanizması burada iyi görülmektedir: Dinsel sistemde kişi, açığa çıkmış işaretlere güvenmek zorunda olsa da -hakikat, bunların ardında, her türlü kanıtlamanın berisinde gizli kalır-, bilimsel yöntem, nedenlerin açıklanarak ifşa edilmesiyle işler; hesaplama tarafından ya da deneysel düzenek içinde her başvurulduğunda kendini kaçamağa sapmadan gösteren bir gerçeklik hakikatini işin içine sokar. Tanrısal işaretlerin anahtarlarını bu hakikate teslim eden müminleri ayartan şey, yeterince tezahür etmiş olan gerçekliğin bu hakikatidir. Müminlere göre bilim kutsal yazıyı gerçekleştirmiştir ya da hakikati çıplaklaştırmıştır.
İnancın temellerinde artık yapısal bir dönüşüm işler: Meşrulaştırma prosedürleri bilimin ayrıcalıkları altında dengesini yitirir, bilim ise dinin hakikatini tasdik eden otoriteye sahip olur. Ensest yasağının geçerliliğini biyolojik çözümde bulması bundan kaynaklanır; bilim söyleminin, vahyin sürekli olarak güvencesi olduğu bu literatür bundan kaynaklanır. Bilim bunu yapabiliyor, çünkü katışıksız bir hakikati -iki arada kalmış söz olmayan hakikati- üretme iktidarına bilim sahiptir. Burada, modern uygarlığa doğru dönüşümün kökünde bulunan bir inanç vardır: öznesiz, gerçeğin hakikati karşısında dilin feragati.
Demek ki “İslâm” sözcüğü, tehlikeli yolculuklardan sonra varlığın zarar görmemiş halini adlandırır. Böylece dokunulmaz, bağışıklıktan yararlanmış olanı belirtir. Dokunulmazlık nosyonu, Freud’un Totem ve Tabu'da ve Bir yanılsamanın Geleceği’nde dinsel temsillerin psişik kaynaklarıyla ilgili olarak ortaya çıkardığı şeyle birleşir. Öznenin yaşamsal üzüntüsü ve düşman dünyanın özne üzerinde hissedilen tehdit karşısında, bu tehdit ister dünyaya yansıtılmış olsun ister dünyadan kaynaklansın, din, koruyucu yanılsamanın kalkanını sunar; ama dokunulmaz olanın üçüncü büyük boyutunun belirttiği bir karşıtı da vardır bunun: Tözsel beden yerine metaforik bir beden koyarak soyut kılınmış olandır bu. Başka deyişle bu, hissedilir olanın yerine ancak akıl yoluyla kavranabilir olanın konulmasını içerir. Dokunulmaz nosyonunun bu veçheleri, bir temizliğin, bedensel bir arınmanın, tensel bir geri çekilmenin genel gerekliliği içinde bir araya gelir. Nimet Sıtkı’nın aşın bir biçimde de olsa tanık olduğu şey budur.
Bu ister basit bir mesafe koyma biçiminde, isterse de çarşafa bürünme ya da -daha radikal olarak- kesip atma (sünnet, hacamat etme, kurban) biçiminde olsun, tensel geri çekilme din kalkanına inandırıcılığını veren şeydir. Damgalanmış, kafatası delinen, açılan bir bedenin gerçeğinden özelle aralanan ve kurtarıcı bir yıkımla kasılmış vücut yoluyla yanılsama kendi alacağını geri alır. Bu bedel karşılığında beden, meşru olarak var olmayı ve -imtinadan dolayı bütünsel olamayan- hazzın yasallığını hak eder.