Gökhan Tok kitaplarını, Gökhan Tok sözleri ve alıntılarını, Gökhan Tok yazarlarını, Gökhan Tok yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yosunları bırakıp ellerimi getirdim sana, saçlarının arasında dolaşsınlar diye. Biraz geçmiş bir anıyım, biraz solgun, soğuğum; olacak o kadar, beni biraz önce sulardan çıkardılar.
Ölüm bizim üst katta yaşıyor. Hayır hiç de bugüne kadar betimlendiği gibi değil. Ne iskelete benzer bir görüntüsü, ne de elinde orağı… O da sıradan biri bizim gibi, ama umutları yok yarın için, sevinçleri yok. Üst komşumuz bay ölüm yapayalnız, kimsesiz. Bazen dışarı çıkar, görürüm; sevimli bir gülümsemesi vardır. Naziktir alabildiğine, kimseye kötü söz söylediği görülmemiştir. Çocukları sever, belki kendi çocuğu olmadığından, onlarla şakalaşmaya bayılır. Ve bir de, geçen yıl ölen karısından söz ederken Bay Yaşam oluverir. bay Ölüm üst katta yaşayan komşumdur. Umutları, hayalleri, sevinçleri kalmadığından Bay Ölümdür o.
Gülümseyen Çiçekler,
Rutin iş benimki. Bazı günler hiç çalışmadığım olur. Bazen de tam tersi; saatlerce aynı işi yaparım. Daha doğrusu yaparız. Elli ikimiz birden. Hayat giderek anlamsızlaşır. Zaman zaman intiharı düşünürüm. Ama hep aynı şey engeller beni. Diğerleri bensiz ne yapar?
Gülümseyen Çiçekler,
Deliler dansediyor gecede. Saatler önce vazgeçtim ölümden ve artık uyuyamıyorum da. Dokunmayın bana! Hiçbiriniz bilmiyorsunuz, gözlerim kapalı benim. Yatağım ateşler içinde ama hepinizi seçebiliyorum yine de. Gözleriniz üstümdeyken bağırabilirim: “Bir daha söyle!” Kapılar aşıldığında dansınızı kesmeniz umurumda değil. Güneş! İnsanların ulu uyandırıcısı, söyle, lanetlendin mi beni? !
Gülümseyen Çiçekler,
Bu noktada şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: Kurgucu edebiyatın yazarının görevi nedir? Ben bu soruyu şöyle yanıtlayacağım: Düş kurmak ve bunu insanlarla paylaşmak. Bunun dışında, yazarın herhangi bir toplumsal sorumluluğu olduğunu kabul etmiyorum. Yazar sosyal bilimci değildir; bu yüzden toplumu anlamak için uğraşmaz ya da toplumbilimsel araştırma yapmaz. Yazar gazeteci değildir; dümdüz gerçeklikle halkı bilgilendirmez ya da kamuoyu oluşturmaya çalışmaz. Yazar politikacı hiç değildir; halkı yönetmez, yasa koymaz. Yazarın yapmak zorunda olduğu şey düş kurmak ve bunları yazmaktır. Gerisi okuyucunun bileceği şeydir. Okuyucu ister toplumbilimsel, ister politik anlamlar çıkarır, yaşamını bu anlamlara göre düzenler; isterse de kaldırır atar; bu, artık yazarı ilgilendirmez. O, kişilerin ya da kurumların kullanabileceği bir düş yaratmıştır. Bu düşün gerçekleştirilmesi edebiyatın işi değildir.
Kırmızıda yaşayan bir dostum var. Hep
isterdi kırmızı yıldızlarla dolu, kırmızı
bir geceyi. Ulaştı sonunda.
Bir şair daha öldü. Hayalcinin biriydi
belki, evet aylağın tekiydi; ama güzel
Şiirler yazardı. Yoo hayır, o öldü diye
hiçbir şey eksilmedi dünyadan. Sadece,
artık, rüyalar biraz daha siyah-beyaz,
bulutların üzeri biraz daha kırmızı.
Kaan’ın en son şiiri ölüm üstüne oldu.
Ama bizler biliyoruz: Şiirler ölümsüzdür,
şairler ölse bile.
Tarihin en acı derslerinden biri şu: Yeterince uzun süre aldatılmışsak aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir, tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek son derece acı vericidir çünkü. Tarih dediğimiz, çölden geçen arabanın izleri bile kaybolurken arabayı kimin, niçin yaptığını sormak aklımıza nasıl gelsin ki? Soruların kaybolduğu yerde yanıtlar ne işe yarar?
Hayır, tarih bir şey öğretmez bize.
Geçmişte bazı şeylerin neden olduğunu anlamak gerçekten güç. Neanderthaller nereye kayboldu, İskender’i doğuya, Cengiz Han’ı batıya taşıyan o çağrı neydi? Amerika neden yıllarca bilinmeyen ülke olarak kaldı? İsa gerçekten çarmıha gerildi mi? Kuran’ın yakılan surelerinde ne yazıyordu? Tapınak şövalyeleri gizli bir şey bulmuş muydu? Bugün yaşadığımız dünyada bazı şeyler neden oluyor?
Kitabı alırken bana öneren kişi: "Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens'in çocuklar için yazılmışı diyebilirim. " demişti. Bahsi geçen kitabı okumadığım için kıyas yapamıyorum.
Büyük patlamadan günümüze insanlık tarihini anlatan bu kitapta iki baş karakter eşliğinde çağdan çağa, kıtadan kıtaya geçiyoruz.
Karakterlerimizden biri olan İhvantup (+) , diğer karakterimiz Mehventep ise (-) elektrik yüküyle yüklenmiştir büyük patlamanın ardından. İşte o günden günümüze sürekli bir çatışma halindedirler.
Bu iki metafor eşliğinde tarihteki önemli olaylar ve kişiler hikayelerle anlatılmış. İskender'den Cengiz Han'a, Hitler'e varana dek tarihin hiç de sıkıcı olmayan bir dille anlatıldığı bu romanı ben çok sevdim.
Yazar, tüm bu anlattıkları boyunca hep aynı şeyi savunuyor: Barış. İnsanlık tarihinin savaşlarla dolu olduğuna dikkat çekiyor ve eğer ki geçmişten ders almayı başaramıyorsak "Tarih Bir Şey Öğretmez Bize" diyor.
Anlatımı akıcı, dili yalın, dipnotlar yeterli ve açıklayıcı. 8. sınıftan itibaren çocuklara ve meraklı büyüklere önereceğim keyifli bir kitap.